Türkiye’de uzun zamandan beri orta öğretimin içeriği, salt üniversiteye girebilmeye uygun bir biçimde aktarılıyor öğrencilere. Amaç, çocukların iyi bir yere girebilmeleri…
Bu amacı gerçekleştirmek üzere sınavları yapanların hazırladıkları soruların biçimleri, içerdikleri bilgiler ve bu sorular içinden doğru olanların seçilmesi gibi kimi alışkanlıkların, en pratik hale getirilmesi için bir ön hazırlık yapılmasının yarışı, giderek öyle bir hale geldi ki artık içeriğin, yetişmekte olan gençlerin bilinçlerinde oluşturması gereken değişim ve dönüşümü gerçekleştirmek bir yana onu anımsayanlar bile kalmamaya başladı.
Dershaneler öğrencilere bir hız ve pratik vermenin ötesinde bir şey vermemeye başladılar. Çünkü sınavlardaki bu hız, sınavdan işe yarar bir sonuç alabilmek için âdeta ön koşul oluyordu.
Öğrenciler kendilerini bu yola çok iyi biçimde alıştırdılar.
Hep pratik öne çıkıyordu. Bilgi ve o bilginin türü, önemi ve ağırlığı hep ve her koşulda sınavlarda daha çok puan getirebilme özelliği ile değerlendirilmeğe başlandı. Örneğin edebiyata, sosyal bilimlere ilişkin bilgi ve alışkanların, matematik, fizik, biyoloji gibi alanlardaki bilgi ve alışkanlıklardan daha çok puan kazandırdığı anlaşılınca, birkaç edebiyat ya da sosyal bilim sorusu yerine, bir matematik sorusu işaretlenmesi gibi bir sonuca ulaşıldı.
Bu yöntem, dolaylı olarak edebiyat, sosyal bilimler alanını öte yana itmiş ve lise öğrenimi sırasında önemsiz bir alan haline getirdi.
Böyle anlamsız bir alanda gencin bilgi ve alışkanlıklara sahip olması için herhangi bir çaba harcanmasına gerek duyulmamaya başlandı.
Sosyal bilimler alanında daha çok soru işaretlemek üzere yetişmiş olanlar da aynı durumu fen bilimleri alanında yaşamaktadırlar.
Böylece orta öğretimden beklenen, ulusal ağırlıklı ve evrensel bilgileri öğrenebilecek ve anlayabilecek düzeyde bilgi ve alışkanlıklar edinmiş insanlar yerine, sınavlarda kimi alanlardaki soruları daha çok işaretleyebilen gençlerden oluşan bir kitle ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunların doğru işaretledikleri sorular çevresinde konuşabilecek, tartışabilecek ne bilgileri ne de bir alışkanlıkları olabilmektedir. Hatta sınavlardan kısa süre sonra, doğru soruyu işaretleme konusundaki yetişmişliklerinden de hiçbir iz kalmamaktadır.
Bu genç insanlar, ne ulusal ağırlıkta bir bilgi ve alışkanlık edinebilmişlerdir ne de evrensel bilgiyi alabilecek bir düzeye ulaşmışlardır.
Liselerimiz, bu düzeyi onlara kazandırmak zorundadır.
Onların bu düzeye ulaşmak, hem hakları hem de görevleridir.
Liselerin dört yıla çıkarılmasının altında böyle bir eğitsel/felsefi amaç yatmak zorundadır.
O nedenledir ki sınıf gereksinimi çok çok önem kazanıyor.
O nedenledir ki Öğretmen sorununu çözmeden liseleri dört yıla çıkarmanın, işleri daha da karıştıracağı çok açık olarak bilinmelidir.
O nedenledir ki araç-gereç gereksiniminin tam olarak giderilmesi çok çok öne çıkıyor.