“Dıştan bir belirlenme ile değil, kendi kendine olan etkinlik; doğrudan doğruya kendi iç itilimiyle etkin olmaya yeteneği, duyarlığın alıcılığına karşı anlığın etkin oluşu” biçiminde tanımlanıyor kendilik, kendiliğindenlik.[1]
Kohut, bu alandaki yapıtlarıyla[2] konuya önce açıklık ve derinlik getirmiş, sonra da yeniden yapılanması konusundaki düşüncelerini olaylara ve kendinin yürüttüğü deneylere dayanarak kendiliğin sorunsallığının yeniden yapılandırılmasına ilişkin açıklamalarda bulunmuştur.
Bu kavramı libido, libidinal gelişme kavramları ile ilişkilendirerek anlamlandırmaktadır.§
Kendiliğin tanıtılmasında, kişinin örneğin rüyalarının yorumlanması, o rüyalardan yürünerek yaşamının altında yatan tabanı oluşturmuş pratik yaşam artıklarının ortaya konmasıyla, o çerçeve içinde dünyanın yeniden kurulması, değiştirilmesi ve dönüştürülmesiyle yepyeni ve kişinin kendi alımlamasının ürünü olan ya da yansıması olan bir anlatım birliği kurulabiliyor. Bu anlatımın sesle, çizgi ile kitleye biçim vermekle ya da sözcüklerle yapılması, değiştirilen ve dönüştürülen dünyanın ortaya konulmasından başka bir şey değildir.
Tüm bu çabalar sonucunda ortaya konacak olan ürünün önce kendiliğin bir yansıması olması nedeniyle ve salt bu yanıyla bile sanat ürünü olduğunu kabul etmek zorunluluğu vardır. Ürünün sözcüklerle oluşturularak şiirin belirivermesi olasılığı çok çok yüksektir. Bu ürünün içtenliği, kendiliğin yansıması olmasından ötürü garanti altına alınmış olmaktadır.
Konunun, yaşamla bağlantısı sözcüklerle yapılırken bireysellik kendiliğe yaslandığından şiirin oluşması da sağlanmış olmaktadır.
Kendiliğin şiirde öne çıkması onun şiir olmasını sağlayamaz ama o ürünün şiir olmasının önündeki engelleri ortadan kaldırarak o alandayer almayı dayatır.
Bu, az şey değildir.
Kendiliğin aşkınlıkla doğrudan olan ilişkisi, konunun ontolojisini değil, öznelliğini de gösterecek biçimde ortaya konmasını sağlayarak, şiirin oluşması için uğranılmak zorunluğu olan duraklardan geçerek olgunluğa ulaşmasını gerçekleştiriyor. Bu yapılanma, edilginliği de içermektedir.
Şiir, değiştirme ve dönüştürme işlevini böyle gerçekleştiriyor. Bunu çok kez söyledik ve yazdık. Kendiliğin bu çabada içrek olması ve şiirin, ona yaslanarak kökleri ve dalları, yaprakları, meyvalarıyla donanmış bir ağaç haline gelmesi başlı başına bir değişim ve dönüşümü göstermektedir zaten.
Kendilik, en çok bu değişim ve dönüşümün işlevselliğini sağlamaya yarıyor. Kendilik tabanı üzerine oturmuş olmasa şiir, bu işlevini yerine getirmemiş olacak; öznellik, bireysellik ve kişisellik nitemleri de gerçekleşemeyecektir.
Ozan, sözü edilen bu işlerliğin ayrımında olmalıdır.
Kendiliğin şiire katkılarını önceden hesaba katmak gerekiyor. O katkıyı bilmek ve görmek bu işlevin en önünde yer alıyor.
Yine dönüp dolaşıp aynı yere geldiğimizi sanıyorum.
Ne diyorduk, Şiir İçin Çıkarsamalar üst başlıklı yazılarımızda?
Evet, yine tam oraya geldik: Felsefeyi enine boyuna kavrama zorunluğumuz vardır. Kendiliğin yolu da oradan geçiyor. Filozofların şiire katkılarını olabildiği kadar aktarmaya çalışmamız da bu gerçekliğin bir gereğiydi.
Şimdi, kendiliği de o alana ekliyoruz.
Kendilik alanından geçen yolun, şiire kestirme bir yol olduğunu söylemeliyim.
H.Kohut Kendiliğin Çözümlenmesi’nde[3];
”hasta yeryüzünden uzakta, dünyanın çevresini dolanan bir rokettedir. Ancak, denetimini yitirip uzaya fırlamaktan, yörüngesinin merkezinde bulunan yeryüzünün, görünmeyen ama güçlü çekimi sayesinde korunmaktadır”
Biçiminde bir durumu aktarıyor.
Bu durumun içinde yaşamakta olan kişinin, kendiliğindenliğinin içeriğinde dünyaya, insanlara, güzelliklere-çirkinliklere, kişisel ve toplumsal ilişkilere ….. bakışı ne olurdu acaba diye düşünmenin önemine işaret etmeye çalışıyorum. Kendiliğin bu örnekte ne denli geniş ve derin bir dünya yarattığını düşünmenizi istiyorum. Bu dünya uzaya fırlama korkusu içindeki bu bireyin dünyasını çevreleyen bir doğadır sanki. O doğanın kendine özgü yasaları ve kuralları, ilişki biçimleri ve bunun o ürkü içindeki insanda oluşturduğu değişim ve dönüşümün “neliği”ni aramak gibi ilginç bir çalışmadan söz ediyorum. Şiir için bu durumun çok önemli bir olanak getirdiğini düşünüyorum. Çiğneye/çiğnene çürük sakız haline gelmiş bir karmakarışık alanda çalışmanın yanında, bu yeni alanın üzerinde durmak ozana çok yeni ve değişik olanaklar sağlayacaktır diye düşünüyorum. Bu olanakların şiir için ufuk açıcı ve ufuk genişletici yanını ozanların değerlendirmelerine bırakmak istiyorum.
Deleuze’ün Türkçeye iki cilt halinde Kapitalizm ve Şizofreni adıyla çevrilen yapıtında, “şizofreni“ kavramından çıkarak, sanatın kaynağına nasıl ulaştığını görüyoruz. Şiir İçin Çıkarsamalar V. üst başlıklı yazımızda, konuya ilişkin açıklamalarda ve yorumlarda bulunulmuştu.
Kendiliğindenlik, kendilik kavramları çerçevesinde yeni şiirler kurulmasını beklemeliyiz.
[1] Prof.B.Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, s.115
[2] Heinz Kohut,, Kendiliğin Çözümlenmesi, Kendiliğin Yeniden Yapılanması, Metis Yayınları.
- §Cinsel istek ya da dürtü. { Güdülenim kuramı, ruhsal işlevlerin sürdürülebilmesi için gerekli görülen enerjinin kaynağını, dolaşımını ve dönüşümünü inceler. Libido adı verilen bu enerji temelde “cinsel bir enerjidir”. “Haz ilkesi” temelinde cinsel dürtüler doyuma ulaşmaya çalışır. Ancak büyüme ve uygarlaşma süreci esnasında karşılaşılan engeller, çocuğa bazı kereler (kendi çıkarları gereği) “haz ilkesi”nin çabuk doyuma ulaşma arzusuna tümüyle veya kısmen karşı çıkması gerektiğini öğretir. Yapısal kuramda ortaya konulan “ego” isimli işlevsel kompartımanın şekillenmeye başladığı yer de tam burasıdır. Ego, doyumun gerçekleşmesi halinde uğranılacak zararı gözeterek arzuyu bekletebilir. Giderek, tehlike karşısında “sinyal anksiyetesi” denilen haberci mekanizmayı harekete geçirerek, potansiyel tehlikeye dikkat çekmeyi başarır. Bu mekanizma tehlikeyi bertaraf etmek üzere ego’nun önderliğinde organizmayı faaliyete davet eder. .Üst ben yani ahlaki ben ile arzular arasında uzlaşma noktaları oluşturabilmek adına “savunma mekanizmaları” denilen bazı tekniklere başvurmayı öğrenir.
Freud sonrası dönemde kuramın merkezinde bulunan bu üç psikolojik önerme çeşitli açılardan tartışmaya açılmış hiç biri ancak tümüyle reddedilmemiş; hatta yeni geliştirilecek bir kişilik kuramının mantıksal tutarlılığa ve işlevselliğe sahip olmak kaydıyla bu önermelerin üçüne de yanıt vermesi gerektiği ileri sürülmüştür.(İnt.ten alıntı)}
Sigmund Freud ve onu izleyenlere göre libido, insan yaşantısının en önemli öğesidir. Libido yalnız cinsel yaşantıyla değil, tüm yaşantının birçok yönüyle ilgili bir kavramdır. Freudculara göre, cinsellik tüm insan davranışlarında çok önemli bir rol oynar. Bundan dolayı libido insan ilişkilerine ve etkinliklerine yön veren ana öğedir. Buna karşılık kimi ruhbilimciler ise libidoyu yalnız cinsel birleşmeye katılma dürtüsü olarak yorumlamaktadır. Bu yoruma göre, libido, herhangi bir insanın tamamen rastlantı sonucu ortaya çıkan cinsel birleşme olanağını kullanma dürtüsüdür.
Analitik psikoloji ile Freud’un psikanalizi arasındaki temel görüş ayrılığı libidonun niteliği ile ilgilidir. Freud’a göre libido cinsel ağırlıklı bir kavram, Jung’a göre ise; libido genelleştirilmiş bir hayat enerjisidir. Jung’a göre libidinal hayat enerjisi, kendini, gelişme, üreme ve birey için neyin önemli olduğuna bağlı olan başka faaliyetlerde de gösterir. Jung hayat enerjisini sadece cinsellikte ele almaz. Örneğin, 3-5 yaş arasını Freud, ilk cinsel belirtiler dönemi olarak algılarken, Jung’a göre cinsellik öncesi dönemdir. O’na göre libidinal enerji, gelişme ve beslenme işlevlerine hizmet eder. Jung ödipal süreci reddeder. Jung’a göre bu dönemde çocuk annesine olan düşkünlüğünü annenin yiyecek sağlayıcı işlevine bağlı bir doyum, ihtiyaç bağlılığı ve rekabet açısından ele almıştır. Jung’a göre libidinal enerji sadece ergenlikten sonra karşı cinse ilgi duyan bir şekle bürünür. O’na göre cinsellik libidoyu oluşturan birkaç dürtüden biridir. (İnt’ten alıntı)