Muhsin Şener Rotating Header Image

Kadın, Yalnızca kadın değildir! – I

Kadın hakları çoğaltıldığında,   feminist kadınların erkeklerin haklarını ellerinden alacaklarını söyleyenler mi ararsınız?;  “kadınlara haklar verince, onların yaptıkları işleri kime yaptıracağız?” diye soranlar mı?…

İlginç bir tartışma ortamı…

 

İlginç olan bir başka yan da  kadınların, anayasal kotalarla yaşama, erkekler kadar etkin bir biçimde katılmadıkları…

Anayasa komisyonu başkanı  kadınlar konusunda pozitif anlamda  ayrımcı hükümleri  anayasaya koymanın, hatta yasalarla belirlemenin hiçbir yararı olmayacağını, önemli olanın kadınların kendi haklarını alabilecek bir düzeye gelmeleri olduğunu söylüyor.

 

Kadın konusuna böyle yaklaşılması, onların ontolojik (varlıksal, varlıkbilimsel) ve epistemik (bilgisel, bilgibilimsel) yapılanmalarının irdelenmesini gündeme getirmiş bulunuyor.

 

Kadınların, bizzat mücadele ederek haklarını almaları gerektiğini  ile sürenler, kadının Türkiye’de tarihsel ve geleneksel yapısını ya  çok iyi bilmiyorlar ya da bildikleri halde gerçeklerden göz göre göre kaçıyorlar. Kadınların ontolojik yapılarının siyasal etkinliklere katılmaya uygun olmadığını söyleyenler de var.[1]

 

Türkiye’de  kadının durumunu  kavramaya çalışalım:

Kadın dini boyutta  ayrı bir yerde duruyor. Başının örtülmesi  bu alanla ilgilidir. Başı örtülerek  belirlenmiş, işaretlenmiş oluyor. Bu  belirlenme onun,  erkeğe aidiyetinin bir  uzantısıdır. Kadın yaşamın esas öğelerinden biri değil, erkeği tamamlayan olarak  tanımlanıyor  dini boyutta.

Kendi vücuduna egemen olamaması; erkeklerden sakınmak, korunmak durumunda olduğununun kendisine çok küçük yaşlarda öğretilmesi de   bu boyut  içinde ele alınmalıdır.

 

Oysa kadın, tarihin derinliklerinde ve Anadolu’da hala, erkekle birlikte yaşamı kurmuş ve geliştirmiş, güzelleştirmiştir. Toprakla baş ederken; otlakta sürüleri yayarken; onların sütünden, etinden, derisinden ve tüylerinden yararlanırken; savaşırken, ata binerken; eğlenirken ve ağlarken…hep erkekle/erkeklerle birlikte olmuş; ne onun önüne geçmiş  ne de gerisinde kalmıştır. Tarihsel geçmişi ve bugünkü pratik yaşamı bunların somutlanmalarıyla doludur.

 

Kadının bir meta gibi algılanması, kapitalizmden çok çok önceden beri  gelenekselliğin bir dayatması olarak vardı. Kadınların 2004 yerel seçimlerinde  adaylık için talepte bulunmadıklarını söyleyen siyasi partiler vardı. Yani kadınlar siyasal hayatın içinde bulunmak istemiyorlarmış!…

”talep te bulunmuyorlar!”dan anlaşılan budur!…

 

Neden böyledir, bu?

 

Kadınlar, siyasal partilerde görev almak istemiyorlar mı?…

İstiyorlar da onlara bu olanağın tanınmayacağını mı düşünüyorlar?

Siyasal yaşamın içinde yer almanın kadın işi olmadığına mı inanıyorlar yoksa?

Kadın evde, mutfakta yemek pişiren, çocuk doğuran ve onları yetiştiren  kişi mi olmalı?…

Kadınlar, “elinin hamuruyla erkeğin işine karışma!” malı mıdırlar yanı?

Saçlarının uzun,akıllarının kısa olduğunu kabul mü etmelidirler?…

 

Türkiye’de kadınlar töre cinayetlerine kurban gidiyorlar. .

Batman’da birçok kadının kendini öldürmesi  tüm bu anlattıklarımız karşısında yapabilecek başka bir şeyleri olmamasından  kaynaklanıyor. Kendine ait olan en kıymetli şeyi yani yaşamını sonlandırarak bir tür tepki koyuyorlar…

Kurulmuş olan düzenin üstesinden gelmesinin mümkün olmadığını görüyor…

Aynı şeyleri yaşamak da istemiyor, canına kıyıyor!…

 

Türkiye toplumu modernizmi,  tepeden inme giymiş olan bir toplumdur. Türkiye’de  insanlar, geleneklerine daha çok sahip çıkıyorlar.  Kurnaz ve çıkarcı olanlar bu tepkiyi kullanmakta hiç tereddüt göstermiyorlar. Kolayca istismara yöneliyorlar. Modernizme hayır demiyorlar ya gelenekselliğin  kuyruğunu da hiç bırakmıyorlar, sürdürüyorlar.

 

Onlar için esas olan  gelenekselliktir. Onu çok diri tutuyorlar. Modernizmin,  yaşamlarının ayrılmazı  olduğunu görmek mümkün olmuyor. Moderniteden kolaylıkla vazgeçebiliyorlar.

 

Modernizmin getirdiği yeni yaşam bilgileri, bilimsel bilgiler ve teknoloji, yaşamı kolaylaştıran araçlar  bir yama gibi duruyor. Giyimi, kuşamı, yediği içtiği, kullandığı araçlar genel olarak modernizmin getirdikleri  olmakla birlikte yaşamının özünde  bir modern yapılanma yoktur, olamıyor. Çünkü modernizm ona yabancı geliyor,ağır geliyor.

Yaşamını geleneksellik belirliyor.

 

Oysa  ‘kadın yalnızca kadın değildir.’

Kadının salt varlığının önemli olmadığının altını çizen bir deyimlemedir bu. Kadın varlığı, onun bilinciyle de ilişkilidir doğal olarak. Bilincimizi,  yaşarken edindiğimiz çok ve çeşitli bilgiler biçimlendiriyor.

 

Kadın konusunda öğrenilenlerin önemli bir bölümü yaşanılarak öğrenilenler. Yaşamın erkekle birlikte yürütücülerinden olan kadınlar yaşamı, y a ş a n ı r hale getiriyorlar. Yaşanırken gereksinilen  huzur ve rahatın önemli bir bölümü kadınla ilişkilidir. Bu durum  onun  iç yapısıyla ve birikimleriyle de  yakından ilgilidir. Değişim ve gelişimle de doğrudan doğruya ilişkisi var bu durumun. Değişim ve dönüşüme kadın erkeğe göre daha yatkındır.  Bu yatkınlık,  gelişim halindeki  yaşamı kurmada kadını  öne çıkarıyor.  Belki de  salt kadına/kadınlara özgü bir  durumdur bu.

 

Toplumların bir aradalığı biraz da kadınlara  bağlıdır. Toplumların  birlikte var ettikleri ürünlerin  teşvikçileri kadınlardır. Düzenli ve zevk alınan bir yaşamdan  kadınlar sorumludurlar. Onların varlıkları sağlar böyle bir yaşamı.

 

Kadınlar  yaşamın aslıdırlar.  Kadın katkısı olmayan bir yaşamın  yaşanılır yanı her zaman tartışılmıştır.

Yaşamı erkeklerin kurduğu ve geliştirdiği  söyleminin aslı  var mı bilmiyorum?

Ne ki uygarlık kadınların eseridir.

Ve onun sahibi de kadınlardır.

[1] Davut Dursun, kadın erkek eşitliği ve pozitif ayrımcılık, yeni şafak, 6.5.2004

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>