Akp iktidarı ırak sorunu karşısında çok ilgi çekici bir yol izledi. onlar politikayı erbakan hocanın “rahle-i tedris”inde öğrenmişlerdi. en azından partiyi yönetenler için bu doğruydu.
hocanın bu konudaki anlayışı, türkiye’nin eski/ köklü/ evrensel dış politikasını çeşitlendirerek değiştirme adına ortadoğu ülkelerine açılmayı içeriyordu. ortadoğu ülkeleri müslüman ülkelerdir.
akp’li yöneticiler, ırak sorunundan yararlanarak müslüman ülkelerle ilişkileri geliştirme isteklerini göstermeyerek/ arkada tutarak ilk ilişkilerini bu ülkelerle kurdular. onlara bu tutumları sırasında kimse bir şey diyemezdi. çünkü ırak sorunu vardı ortada. onlar ırak merkezli bir savaşta onunla sınırdaş olan türkiye’nin savaşa şu ya da bu biçimde girmesini istemediklerini söyleyerek ortadoğudaki araplarla ilişkiler geliştirmeyi denediler. o ülkeleri savaşı önleme düşüncesi üzerinden bir araya getirerek ırak ve abd üstünde etkin olmayı denediler.
bu görüntüdeki beklenti idi.
23 ocak 2003 günü istanbul’da mısır, iran, ürdün, suudi arabistan ve suriye dışişleri bakanlarının katıldığı bir toplantı yapıldı. bu toplantıya dünya kamuoyu ve özellikle katılımcı ülkelerin kamuoyları ve basın ve medyaları hiç ilgi göstermediler!.. bu durum tv ajanslarında ve haberlerinde hep vurgulandı( 23 ocak 2003 günlü cnn türk’deki manşet programı gibi). görüntü çok düşündürücüydü… ne ki akp’li yöneticiler işin bu yanına hiç basmadılar, hiç yanaşmadılar. hep ırak’la abd arasında çıkması an meselesi olan savaşı durduruyorlarmış ya da en azından durdurmaya çabalıyorlarmış izlenimini kalınca çizmeye devam ettiler. oysa biliyorladı ki toplantıya katılan bu ülkelerin alacakları kararın ne ırak üzerinde ne de abd üzerinde hiçbir olumlu ve caydırıcılığı olmayacaktır. nitekim ilginin düşük düzeyi de bunu göstermekteydi.
araplar ne basınlarıyla ne de medyalarıyla bu toplantıya hiç ilgi duymamışlardı ve toplantının hiçbir önemli sonucu olmayacağını da biliyorlardı. pekçok arap gazetecisi ve yazarı bu toplantının oluşturulma sürecinde türkiye’yi açıkça eleştiriyor ve onu desteklemediklerini söylüyorlardı.(radikal gazetesi bu konuda çok sayıda çeviri yazı yayımlamıştır. radikal’in internet sayfasında bu yazılar vardır.).
24 ocak 2003 günü yayımlanan ürdün’lü gazeteci muna şukeyr’in yazısı bu konuda sanki bir tuz biber olmuştur.yazar bu yazısına “islamcı akp hükümeti altında ankara’nın dış siyaseti değişti ve bu hükumet arap ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirme arayışında” tümceleriyle başlıyor. oysa akp yöneticileri ırak-abd savaşını durdurma peşinde olduklarını söyleyip duruyorlardı?!..
yazar:
“…türkiye’nin arap ve müslüman dünyalarıyla ilişkilerini geliştirme isteği başta türkiye’nin nato üyeliği olmak üzere….örneğin abd’nin nato veya amerikan askeri harekatları için incirlik ve diyarbakır’daki hava üslerini kullanmasına izin vermekle yükümlü (olması); bu üsler 1991 körfez savaşında ırak’ a hava saladırıları; balkanlar’daki ve afganistan’daki hava harakatlarında kullanılması….”
“müslüman bir ülke olmasına rağmen türkiye…..kendini hep avrupa’nın bir parçası olarak gördü,bu da ülkeyi kimlik bunalımına soktu.”
“türkiye’de bir iktidar partisinin bağları güçlendirme girişimi, hele iki tarafın da çıkarlarıyla çelişir”
diyor. (yazarın türklerin araplarla kumarı başlıklı yazısı, radikal ,s.8)
akp yöneticileri arap ülkeleriyle daha önce yaptıkları görüşmelerde,yazarın ileri sürdüğü bu hususları bilmiyorlar mıydı? görmemişler miydi yani?
bilmemelerine/ anlamamış olmalarına imkan var mı?
öyle olduğu halde neden üstüne üstüne gittiler ve böyle bir toplantıyı yine onlarla istanbul’da düzenlediler dersiniz?
akp yöneticileri ortadoğu ülkeleriyle ezeli olarak kurmak ve sürdürmek istedikleri ilişkiyi başlatmayı istiyorlardı. onlar böyle bir toplantıdan çıkacak olan sonucun ne ırak’ı ne de abd’yi bir yöne çevireceğine inanmıyorlardı çok doğal olarak.
çünkü, a bd’nin bu arap ülkeleriyle(örneğin ürdün’le suudilerle…)organik ilişkileri vardı ve onlar abd’nin söz ve direktiflerinin dışına hiçbir biçimde çıkamazlardı. bunu herkes biliyordu.
öte yandan ırak, bu arap soydaşlarına güvenmiş olsaydı, zaten bu durum ortaya çıkmazdı. onlara güvenmiyordu ırak; niye onların tavsiyesini tutacaktı ki?
bu gerçekleri hem abd hem ırak hem de a kp yöneticileri biliyorlardı.
biliyorlardı ya, o eski politikalarını en krıtik zamanda bile yürütmek istemişlerdi…niyetlerini önceden üç yüzü aşkın iş adamıyla, savaş arifesinde hem de, devlet bakanının ırak’a yaptığı gezi ile göstermemişler miydi? böylece, abd’nin tutumuna bir yanıt vermiş olmuyorlar mıydı?
akp’li yöneticilerin tutumlarının altında yatan önemli düşünce ve anlayışın bir diğeri de şudur:
akp yöneticileri iktidara geldiklerinin ikinci ayında karşılaştıkları abd ile ırak arasında çok hızlı olarak savaşa giden gerginliğin altında, her durumda türkiye’nin bu savaşa bir yanından bulaşacağını bildikleri için, arap dindaşlara, “biz müslümanlara karşı savaşa katılır mıyız? görüyorsunuz işte savaşı durdurmak için elimizden geleni yapıyoruz…” gibi bir tutumu ortaya koymak istemişlerdir. ne var ki bu tutumları ve davranışları ne abd’yi, ne arapları, ne de sağduyulu insanımızı kandırabilmiştir. akp’li yöneticiler şaşkın bir tutum içinde bir o yana bir bu yana yalpalayıp duruyorlar.
ayrıca yine ab’nin kurucu iki temel büyük ülkesi almanya ve fransa, abd’nin, savaş getiren tutumuna karşı bir ittifak kurdular ve barışın yanında olduklarını ilan ettiler.
oysa türkiye, akp’li yöneticiler eliyle ortadoğudaki araplarla ilişkiler kurarken ab ülkeleriyle hiç temas etmedi; fransa ve almanya’nın yanında ve bu barış cephesinin kurucuları arasında yer alabilirdi. eğer böyle olabilseydi, türkiye toplumu 200 yıllık ab hedefine daha çabuk varma olanağını bulabilirdi.
çok konuşulmuş/yazılmış bir seçenek yelpazesini anımsayınız:
‘türkiye karşısında salt ab seçeneği mi var?’ diyenler: ‘türkiye ortadoğu ülkeleriyle birlikte olabilir ve onların da lideri durumunda olur. ya da türki cumhuriyetleriyle ilişki kurarak onların lideri olabilir…’ gibi seçenekler sunuyorlardı.
bunlar özellikle ab karşıtı olanlardır. işte akp’nin fiiilen 23 ocak 2003 günkü toplantıyı gerçekleştirmesi, gönlünden şiddetle geçirdiği seçeneğin müslüman ülkelerle ilişkiler kurmak olduğunu göstermiş oluyordu. bu seçeneğin yanında olması, türki cumhuriyetlerle olan ilişkilerini de nasılsa gölgelemeyecekti. ab ne oluyordu ki?! değil mi?! onlarla kopenhag toplantılyarı arifesinde kurdukları ilişikiler zaten iyi kotarılmamış ilişkiler olarak o günlerde de çok sırıtıyordu.
tabii bir şey daha çok açık olarak görünüyor şimdi: neyin olmayacağı ya da çok güç olabileceği gösterilmiş; ve neyin daha çabuk gerçekleşebileceği gösterilmek isteniyor.
bugün yaşanan durum ve oluşan ortam, akp yöneticilerinin ortaya getirdikleri ortamdır. onların isteyerek ve bilerek oluşturdukları ortamdır bu ortam.
dikkatle izlenmelidir.
bu tabloya şimdi yeni ögeler eklenmiş bulunuyor. türkiye kuzey ırak’a asker gönderemez duruma gelmiştir. hiçbir ülke bu konuda türkiye’nin yanında yer almıyor. tabii en yakın dostumuz abd’ye kuzeyden ırak’a girme olanaklarını vermemiş olmamızın bunda önemli katkıları oldu. böyle bir nedene dayandırılmadığı ileri sürülmekle birlikte gerçeğin buna dayandığı açıktır. gerçi türkiye’nin kuzey ırak’la ilgili öteden beri gelen ve ne istediği belli bir politikası bulunmadığı da anlaşılmıştır artık. bu politikasızlık türkiyenin yalnız kalmasına neden oldu. yanlızlığın öte yanında ab’nin de kuzey ırak’a sakın asker çıkarmayın demesi tuz biber ekmiştir.
akp iktidarının bu konular çevresinde 3 kasımdan önce hiçbir şey düşünmediği ortada. çünkü olaylara seyirici kalınmıştır. zaten ikide bir, herşey o denli hızlı gelişiyor ki hükümet bu gelişime göre yeni kararlar almaktadır gibi bir günlük politika yürütüldüğü hemen her gün yetkililerce açıklanıyor.
3 kasım seçimlerine girilirken hemen tüm basın ve medya akp’nin kitle halinde tüm türkiye’de iktidara yürüdüğünü haykırdı. bu parti yeniydi ve söylemleri anadolu’nun ve kentin köyün küçük sermaye sahibi olanlarının katkılarını koydukları bir parti olarak görünüyordu. bu yeni bir durumun da altını çizmekteydi.cumhuriyetin kurulduğu günden beri senmaye birikimi sağlamak ve bu yolla bir burjuva oluşuturmak için çalışılmıştı. ne ki bu çalışma üstten giydirme bir yöntemle yapıldığından devlete eliyle gerçekleştirilmekteydi. tabii olmadı. esnaf,büyük toprak sahibi olanlarla askerler ve bürokratların önde bulunduğu bu yeni burnjuva sınıfının ne yapması gerektiği belliydi ve bu belirliliği devlet dayatıyordu. oysa akp ile yeni bir durum ortaya getirilmekteydi. akp’liler çoğunlukla esnaftılar. köyden kente göç etmiş ve henüz kentlileşmemiş,geleneklerine bağlılığını sürdürmekte de kararlı olanlar akp’yi destekleyenler içinde önemli bir kesimi oluşturmaktaydı. tabii eski yol arkadaşları olan milli görüşçülerden de onları destekleyenler vardı. bunlar dinsel inançlarını yaşamakta ısrarlı olan kesimlerdi. bunu bir özgürlük mücadelesi ve giderek bir inisan hakkı olarak tanımlayan kesim bu kesimdi. 1950’den beri verdiği oyların hiçbir işe yaramadığını görenlerle, salt kendi çevrelerine devletin kaynaklarını rant olarak dağıtanlara oy vermiş olanlardan çok önemli bir bölüm de onları desteklemiştir. tüm bu kesimlerin ortak yanı inançlarına karışılmasından hoşlanmamış olmaktır ve inançlı kesimlerdir onlar.
akp ile türkiye yeni bir yapılanma ile karşı karşıya kaldı. bir sermaye birikimi oluşuyordu bu kitlede. musiad bu kitlenin sermaye örgütü olarak görünüyordu. tusiad, büyük sermaye olarak akp’nin tek başına ikitidar olmasını sevinçle karşılayınca akp’nin desteğine geçtiler. böylece bir yeni toplumsal bağlılaşıklık kurulmuş oluyordu. bu bağlılaşığın içinde inançlı kesimler,küçük ve büyük sermaye sahipleri,köylüler bulunuyordu. bu bağlılaşığın ekonomide dönen sermayenin etkin bir ögesi olduğu ortadaydı ve örneğin piyasa bu kesimin etkinliği altında işliyordu ve bu görünüyordu.
akp iktidarı ve yöneticileri bu gerçeği görmekte pek başarılı olamadılar.en azından böyle bir gerçeklikten haberli olduklarını topluma gösteremediler ya da göstermekte başarısız oldular. oysa öteden beri kurulması istenen sermaye birikimi hemen hemen sağlanmış görünüyordu. kitleler bu işin ayrımına varmışlardı. özellikle özal ile gelen yeni ekonomik düzenin dayandığı esasların türkiye koşullarını allak bullak ettiğini çok iyi görüyorlardı. dışardan gelen yardımlarla ekonominin ayağa kalkamayacağını aralarında konuşuyorlardı. özalla gelen iç borçlanma adı verilen yöntemin artık bir bataklık olduğunun bu kesimler ayrımındaydılar. ne yapılması gerekiyorsa bir defada yapalım ve bunlardan kurtulalım diyorlardı.
ekonomik gücün ne olduğunu bilen bu kesim, ayrıca yeni bir toplumsalı da yapılandırmış oluyordu. bu kesim inançları olan ve bu inançlarını yaşamak isteyen, özgürlüklerini kullanmak isteyen, vatandaaşın devlet için değil devletin vatandaş için olması gerektiğine inanan bir kitleydi. o zaman bu kitle tabii tabi değil emreden durumunda olmak istemekteydi ve o nedenledir ki zaten tek parti iktidarı yaratmıştı.
halkın iktidarı olmak demekti bu. o zaman devlet kaynaklı kimi tasarruflara karşı vatandaşın hakkının öne çıkarılması gereakiyordu ki bu da akp’nin göreviydi. bunu yaptığına,yapacağına ilişkin hiçbir davranışına raslanmadı akp’nin. oysa arakasında güçlü bir vatandaş desteği vardı. o destek hem sermayeye dayanıyordu hem de aynı inanç ve düşüncelerin bir araya getiridiği bir kitleyi tanımlıyordu. ne var ki akp, kendilerinden önceki iktadarlar gibi hemen devlete teslim oldu ve o ne dediyse onu yapmakla kendini görevli saydı. vatandaşın hak ve hukukunu devletin hak ve hukunun önüne çıkaramadı. çıkarabilmiş olsaydı, dokunulmazlıkları kaldırırdı; devletin çok masraflı olan hizmetlerini basitleştirir ve oralara yapılan masrafları tasarruf ederek yatırımlara döndürürdü ya da döndürecek önlemleri alırdı; gösteriş gibi milletveki lojmanlarını satmakla yetinmezdi; resmi araba saltanatına son verirdi.; vergiyi çok kazanandan çok az kazanandan da az almayı sağlayacak bir düzenlemeye sokardı ya da sokacağına ilişkin önlemler alırdı; sıkıştığında kolay yolu seçerek memurdan ve hele hele emekliden para kesmeğe kalkmazdı; üniversite öğrencilerinin burslarını kesme yoluna girmezdi!..
ne var ki akp tüm bunların aksini yaparak eski iktidarlardan hiç de farklı olmadığını apaçık göstermiş bulunuyor. tıpkı onların izlediği yolu izleyerek yarın yapıcak ilk seçimde pasaportunu almaya hızla koşuyor.
oysa akp yepyeni bir temel anlayışın üzerine kurulacak bir iktidar olabilirdi.hala da olabilir. yeter ki arkasına dönüp baksın ve onu desteklemiş olanların ne dediklerini iyi değerlendirsin.
artık türkiye insanı devletten nemalanmak istemiyor. haklarını sonuna değin kullanmak istiyor. kendi dediğinin olmasını dayatıyor. somut şeyler görmek istiyor. kimi hayali düşmanlarla boğuşuyormuş gibi yaşamak istemiyor. kimseyle de düşman olmaka istemiyor. zenginlemek istiyor ve refah istiyor. ab onun için önemli bir kapıdır. oraya girmek isitiyor.
tabii şimdi akp’den bunları gerçekleştirmesini istiyor.
bu sese kulak verilmelidir!…