Muhsin Şener Rotating Header Image

3 Kasım Seçimleri ve AKP

Akp iktidarı  ırak  sorunu karşısında  çok ilgi çekici bir yol izledi. onlar politikayı erbakan  hocanın  “rahle-i tedris”inde öğrenmişlerdi. en azından partiyi yönetenler için bu doğruydu.

hocanın bu konudaki anlayışı, türkiye’nin  eski/ köklü/ evrensel dış politikasını çeşitlendirerek değiştirme adına  ortadoğu ülkelerine açılmayı içeriyordu. ortadoğu ülkeleri müslüman ülkelerdir.

akp’li yöneticiler, ırak sorunundan yararlanarak müslüman ülkelerle ilişkileri geliştirme  isteklerini göstermeyerek/ arkada tutarak  ilk ilişkilerini bu ülkelerle  kurdular. onlara bu tutumları sırasında kimse bir şey diyemezdi. çünkü ırak sorunu vardı ortada. onlar  ırak merkezli bir savaşta onunla sınırdaş olan türkiye’nin  savaşa şu ya da bu biçimde girmesini  istemediklerini söyleyerek  ortadoğudaki araplarla ilişkiler geliştirmeyi denediler. o ülkeleri  savaşı önleme düşüncesi üzerinden bir araya getirerek  ırak ve abd üstünde etkin olmayı denediler.

bu görüntüdeki  beklenti idi.

23 ocak 2003  günü istanbul’da  mısır, iran, ürdün, suudi arabistan ve suriye dışişleri bakanlarının katıldığı bir toplantı yapıldı. bu toplantıya  dünya kamuoyu ve özellikle katılımcı  ülkelerin kamuoyları ve basın ve medyaları hiç  ilgi göstermediler!.. bu durum tv ajanslarında ve haberlerinde hep vurgulandı( 23 ocak 2003  günlü cnn  türk’deki  manşet programı gibi). görüntü çok  düşündürücüydü… ne  ki  akp’li yöneticiler  işin bu yanına hiç basmadılar, hiç yanaşmadılar. hep  ırak’la abd arasında  çıkması an meselesi olan  savaşı durduruyorlarmış ya da en azından durdurmaya çabalıyorlarmış  izlenimini kalınca çizmeye devam ettiler. oysa biliyorladı ki  toplantıya katılan bu ülkelerin  alacakları   kararın  ne ırak üzerinde ne de  abd üzerinde hiçbir olumlu ve  caydırıcılığı olmayacaktır. nitekim ilginin düşük düzeyi de bunu göstermekteydi.

araplar  ne basınlarıyla ne de medyalarıyla  bu toplantıya hiç ilgi duymamışlardı ve  toplantının hiçbir önemli sonucu olmayacağını da biliyorlardı. pekçok arap gazetecisi ve yazarı bu toplantının  oluşturulma sürecinde türkiye’yi açıkça eleştiriyor ve onu desteklemediklerini söylüyorlardı.(radikal gazetesi bu konuda çok sayıda çeviri yazı yayımlamıştır. radikal’in internet sayfasında bu yazılar vardır.).

 

24 ocak 2003  günü  yayımlanan  ürdün’lü gazeteci  muna şukeyr’in yazısı bu konuda sanki bir tuz biber olmuştur.yazar bu yazısına “islamcı akp hükümeti altında  ankara’nın dış siyaseti değişti ve bu hükumet arap ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirme arayışında” tümceleriyle  başlıyor. oysa akp yöneticileri  ırak-abd savaşını durdurma peşinde olduklarını söyleyip duruyorlardı?!..

yazar:

“…türkiye’nin  arap ve müslüman dünyalarıyla  ilişkilerini geliştirme isteği başta türkiye’nin  nato üyeliği olmak üzere….örneğin abd’nin nato veya amerikan askeri harekatları için  incirlik ve diyarbakır’daki  hava üslerini  kullanmasına izin vermekle yükümlü (olması); bu üsler  1991 körfez savaşında ırak’ a hava saladırıları; balkanlar’daki ve afganistan’daki hava harakatlarında kullanılması….”

“müslüman bir ülke olmasına rağmen türkiye…..kendini hep avrupa’nın bir parçası olarak gördü,bu da  ülkeyi kimlik bunalımına soktu.”

“türkiye’de bir iktidar partisinin  bağları güçlendirme girişimi,  hele iki tarafın da çıkarlarıyla çelişir”

diyor. (yazarın  türklerin araplarla kumarı başlıklı yazısı, radikal ,s.8)

 

akp yöneticileri arap ülkeleriyle  daha önce yaptıkları görüşmelerde,yazarın ileri sürdüğü bu hususları bilmiyorlar mıydı? görmemişler miydi yani?

bilmemelerine/ anlamamış olmalarına  imkan var mı?

öyle olduğu halde neden  üstüne üstüne gittiler ve böyle bir toplantıyı yine onlarla  istanbul’da düzenlediler dersiniz?

akp yöneticileri   ortadoğu ülkeleriyle  ezeli olarak kurmak ve sürdürmek istedikleri  ilişkiyi  başlatmayı istiyorlardı. onlar  böyle bir toplantıdan çıkacak olan sonucun ne ırak’ı ne de abd’yi bir yöne çevireceğine  inanmıyorlardı çok doğal olarak.

çünkü, a bd’nin  bu arap ülkeleriyle(örneğin ürdün’le suudilerle…)organik ilişkileri vardı ve onlar abd’nin söz ve direktiflerinin dışına hiçbir biçimde çıkamazlardı. bunu  herkes biliyordu.

 

öte yandan ırak, bu  arap soydaşlarına güvenmiş olsaydı,  zaten  bu durum  ortaya çıkmazdı. onlara güvenmiyordu ırak; niye onların  tavsiyesini tutacaktı ki?

 

bu gerçekleri  hem abd hem ırak hem de  a kp yöneticileri biliyorlardı.

biliyorlardı ya, o eski  politikalarını en krıtik zamanda bile yürütmek istemişlerdi…niyetlerini  önceden  üç yüzü aşkın iş adamıyla, savaş arifesinde hem de, devlet bakanının  ırak’a yaptığı  gezi ile göstermemişler miydi?  böylece, abd’nin tutumuna  bir yanıt vermiş olmuyorlar mıydı?

akp’li yöneticilerin tutumlarının altında yatan  önemli  düşünce ve anlayışın bir diğeri de şudur:

akp yöneticileri  iktidara geldiklerinin  ikinci ayında  karşılaştıkları  abd ile ırak arasında  çok hızlı olarak savaşa giden gerginliğin   altında, her durumda türkiye’nin  bu savaşa bir yanından bulaşacağını bildikleri için,  arap dindaşlara,  “biz müslümanlara karşı savaşa katılır mıyız? görüyorsunuz işte  savaşı durdurmak için elimizden geleni yapıyoruz…” gibi bir tutumu  ortaya koymak istemişlerdir. ne var ki  bu tutumları ve davranışları   ne abd’yi, ne  arapları, ne de  sağduyulu  insanımızı kandırabilmiştir. akp’li yöneticiler şaşkın bir tutum içinde  bir o yana bir bu yana yalpalayıp duruyorlar.

 

ayrıca  yine ab’nin kurucu iki temel büyük ülkesi almanya ve fransa,  abd’nin, savaş getiren  tutumuna karşı  bir ittifak kurdular ve  barışın  yanında olduklarını ilan ettiler.

oysa  türkiye, akp’li yöneticiler eliyle  ortadoğudaki araplarla  ilişkiler kurarken  ab ülkeleriyle hiç temas etmedi; fransa ve almanya’nın yanında ve bu  barış cephesinin kurucuları arasında yer alabilirdi. eğer böyle olabilseydi, türkiye toplumu  200 yıllık ab hedefine daha çabuk varma olanağını bulabilirdi.

 

çok  konuşulmuş/yazılmış bir seçenek yelpazesini anımsayınız:

‘türkiye karşısında  salt ab seçeneği mi var?’ diyenler: ‘türkiye ortadoğu ülkeleriyle birlikte olabilir ve onların da lideri durumunda olur. ya da   türki cumhuriyetleriyle ilişki kurarak onların lideri olabilir…’ gibi seçenekler sunuyorlardı.

bunlar  özellikle ab karşıtı olanlardır. işte akp’nin fiiilen 23 ocak 2003 günkü  toplantıyı  gerçekleştirmesi,  gönlünden şiddetle geçirdiği seçeneğin  müslüman ülkelerle ilişkiler kurmak olduğunu göstermiş oluyordu. bu seçeneğin yanında olması, türki cumhuriyetlerle olan ilişkilerini de nasılsa gölgelemeyecekti. ab ne oluyordu ki?!  değil mi?! onlarla  kopenhag toplantılyarı arifesinde  kurdukları ilişikiler zaten  iyi kotarılmamış ilişkiler olarak  o günlerde de çok sırıtıyordu.

 

tabii bir şey daha çok açık olarak görünüyor şimdi: neyin olmayacağı ya da çok güç olabileceği  gösterilmiş; ve neyin daha çabuk gerçekleşebileceği gösterilmek isteniyor.

bugün yaşanan durum ve oluşan ortam, akp yöneticilerinin ortaya getirdikleri ortamdır. onların isteyerek ve bilerek oluşturdukları ortamdır bu ortam.

dikkatle izlenmelidir.

 

bu tabloya şimdi yeni  ögeler eklenmiş bulunuyor. türkiye kuzey ırak’a asker gönderemez duruma gelmiştir. hiçbir ülke bu konuda türkiye’nin yanında yer almıyor. tabii en yakın dostumuz abd’ye kuzeyden ırak’a girme  olanaklarını vermemiş olmamızın bunda önemli katkıları oldu. böyle bir nedene dayandırılmadığı ileri sürülmekle birlikte  gerçeğin  buna dayandığı  açıktır. gerçi türkiye’nin  kuzey ırak’la ilgili öteden beri gelen ve  ne istediği belli bir politikası bulunmadığı da anlaşılmıştır artık. bu politikasızlık türkiyenin yalnız kalmasına  neden oldu. yanlızlığın öte yanında ab’nin de kuzey ırak’a sakın asker çıkarmayın  demesi tuz biber ekmiştir.

akp iktidarının bu konular çevresinde  3 kasımdan önce hiçbir şey düşünmediği ortada. çünkü olaylara seyirici kalınmıştır. zaten ikide bir, herşey o denli hızlı gelişiyor ki  hükümet bu gelişime göre yeni kararlar almaktadır gibi bir  günlük politika  yürütüldüğü hemen her gün yetkililerce açıklanıyor.

 

3 kasım seçimlerine girilirken hemen tüm basın ve medya  akp’nin kitle halinde tüm türkiye’de iktidara yürüdüğünü haykırdı. bu parti yeniydi ve söylemleri  anadolu’nun ve kentin köyün  küçük sermaye sahibi olanlarının katkılarını koydukları bir parti olarak görünüyordu. bu yeni bir durumun da altını çizmekteydi.cumhuriyetin kurulduğu günden beri  senmaye birikimi  sağlamak ve bu yolla  bir burjuva  oluşuturmak için çalışılmıştı. ne ki bu çalışma üstten giydirme bir yöntemle yapıldığından devlete eliyle gerçekleştirilmekteydi. tabii olmadı. esnaf,büyük toprak sahibi olanlarla askerler ve bürokratların önde bulunduğu bu yeni burnjuva sınıfının ne yapması gerektiği belliydi ve bu belirliliği devlet  dayatıyordu. oysa akp ile yeni bir durum ortaya getirilmekteydi. akp’liler çoğunlukla esnaftılar. köyden kente göç etmiş ve henüz kentlileşmemiş,geleneklerine bağlılığını sürdürmekte de kararlı olanlar akp’yi destekleyenler içinde önemli bir  kesimi oluşturmaktaydı. tabii eski  yol arkadaşları olan milli görüşçülerden de onları destekleyenler vardı. bunlar  dinsel inançlarını yaşamakta  ısrarlı olan kesimlerdi. bunu bir özgürlük  mücadelesi ve giderek  bir inisan hakkı olarak tanımlayan kesim bu kesimdi. 1950’den beri  verdiği  oyların hiçbir işe yaramadığını görenlerle, salt kendi çevrelerine devletin kaynaklarını  rant olarak dağıtanlara oy vermiş olanlardan çok önemli bir bölüm de onları desteklemiştir. tüm bu kesimlerin ortak yanı  inançlarına karışılmasından  hoşlanmamış olmaktır  ve inançlı kesimlerdir onlar.

 

akp ile türkiye yeni bir yapılanma ile karşı karşıya kaldı. bir sermaye birikimi  oluşuyordu bu kitlede. musiad  bu kitlenin sermaye örgütü olarak  görünüyordu. tusiad, büyük sermaye olarak akp’nin tek başına ikitidar olmasını  sevinçle karşılayınca  akp’nin desteğine  geçtiler. böylece bir yeni  toplumsal bağlılaşıklık kurulmuş oluyordu. bu bağlılaşığın  içinde inançlı kesimler,küçük ve büyük sermaye  sahipleri,köylüler bulunuyordu. bu bağlılaşığın  ekonomide dönen sermayenin etkin bir ögesi olduğu ortadaydı ve  örneğin piyasa  bu kesimin etkinliği altında  işliyordu ve bu görünüyordu.

 

akp iktidarı ve yöneticileri bu gerçeği görmekte pek başarılı olamadılar.en azından  böyle bir gerçeklikten haberli olduklarını topluma gösteremediler ya da göstermekte  başarısız oldular. oysa öteden beri kurulması istenen sermaye birikimi  hemen hemen sağlanmış görünüyordu. kitleler bu işin ayrımına varmışlardı. özellikle özal ile gelen yeni ekonomik düzenin  dayandığı esasların  türkiye koşullarını allak bullak ettiğini çok iyi görüyorlardı. dışardan gelen  yardımlarla ekonominin ayağa kalkamayacağını  aralarında konuşuyorlardı.  özalla gelen iç borçlanma adı verilen yöntemin  artık bir bataklık olduğunun bu kesimler ayrımındaydılar. ne yapılması gerekiyorsa bir defada yapalım ve bunlardan kurtulalım diyorlardı.

 

ekonomik gücün ne olduğunu  bilen bu kesim, ayrıca  yeni bir toplumsalı da yapılandırmış oluyordu. bu kesim  inançları olan ve bu inançlarını yaşamak isteyen, özgürlüklerini  kullanmak isteyen, vatandaaşın devlet için değil devletin vatandaş için  olması gerektiğine inanan bir kitleydi. o zaman bu kitle tabii tabi değil emreden durumunda olmak istemekteydi ve o nedenledir ki zaten tek parti iktidarı yaratmıştı.

 

halkın iktidarı olmak demekti bu. o zaman devlet kaynaklı kimi  tasarruflara karşı vatandaşın  hakkının öne çıkarılması  gereakiyordu ki bu da akp’nin göreviydi. bunu yaptığına,yapacağına ilişkin hiçbir davranışına raslanmadı akp’nin. oysa arakasında güçlü bir  vatandaş desteği vardı. o destek hem sermayeye dayanıyordu hem de aynı inanç ve düşüncelerin bir araya getiridiği  bir kitleyi tanımlıyordu. ne var ki akp, kendilerinden önceki iktadarlar gibi hemen devlete teslim oldu ve o ne dediyse onu yapmakla kendini görevli saydı. vatandaşın  hak ve hukukunu devletin hak ve hukunun önüne çıkaramadı. çıkarabilmiş olsaydı, dokunulmazlıkları kaldırırdı; devletin çok masraflı olan hizmetlerini  basitleştirir ve oralara yapılan masrafları tasarruf ederek  yatırımlara döndürürdü ya da döndürecek önlemleri alırdı; gösteriş gibi milletveki lojmanlarını satmakla yetinmezdi; resmi araba saltanatına son verirdi.; vergiyi çok kazanandan çok az kazanandan da az almayı sağlayacak bir düzenlemeye sokardı ya da sokacağına ilişkin önlemler alırdı; sıkıştığında kolay yolu seçerek  memurdan ve hele hele emekliden  para kesmeğe  kalkmazdı; üniversite öğrencilerinin  burslarını kesme yoluna girmezdi!..

ne var ki akp  tüm bunların aksini yaparak  eski iktidarlardan hiç de farklı olmadığını apaçık göstermiş bulunuyor. tıpkı onların izlediği yolu izleyerek  yarın yapıcak ilk seçimde  pasaportunu almaya hızla koşuyor.

oysa akp yepyeni bir  temel anlayışın üzerine kurulacak bir iktidar olabilirdi.hala da olabilir. yeter ki  arkasına dönüp baksın ve onu desteklemiş olanların ne dediklerini iyi değerlendirsin.

artık türkiye insanı  devletten nemalanmak istemiyor. haklarını sonuna değin kullanmak istiyor. kendi dediğinin olmasını dayatıyor. somut şeyler görmek istiyor.  kimi hayali  düşmanlarla boğuşuyormuş gibi  yaşamak istemiyor. kimseyle de düşman olmaka istemiyor. zenginlemek istiyor ve refah istiyor. ab onun için önemli bir  kapıdır. oraya girmek isitiyor.

tabii şimdi akp’den bunları gerçekleştirmesini istiyor.

bu sese kulak verilmelidir!…

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>