Muhsin Şener Rotating Header Image

Yine mi Türban?

AKP iktidarının  ele aldığı ve başaramadığı konulardan biri de  türbandır.

Konunun tekrar ve üçüncü kez yine gündeme gelmek üzere olduğu  yazılı ve görsel basındaki   haberler arasındadır.

 

Sayın Başbakan,  Almanya’da yayımlanan Sonntag adlı gazeteyle yaptığı  görüşmede kendisine sorulan “ din ve devlet  işlerinin  ayrılığına inanıyor musunuz?” sorusuna : “Evet. Türkiye’de 1923’ten beri bütün Anayasa’larda din ve devlet işleri ayrıdır. Modern Türkiye’nin temel değerlerinden biri olan bu ilke, Atatürk’ün ortaya koyduğu gibi yaşamaktadır ve bu asla değişmeyecektir.”

 

“Devlet işleriyle din işlerinin  ayrılığına inanıyorsanız, kızınızın devlet  üniversitelerinde dini simge takmayı bırakmasını  istemeniz gerekmez mi?

Sorusuna Sayın Başbakan:

“ Kızım, eşim ve ben  inançlı Müslümanlarız. Kuran, kadının  kamuya  açık yerlerde  başörtüsü takmayı  emrediyor. Kızım da Kuran’ı uyguluyor.  Ama buradan benim  din-devlet ayrılığına  karşı olduğum  sonucu çıkmaz. Din ve devlet işleri birbirinden bağımsız yan yana  yürür; ikisini yan yana  uygulayıp birbirinden ayırabilirsiniz. Bu sadece Türkiye’ye değil, her modern devlete  özgü bir durum. Ayrıca kızım türbanı  şık buluyor, modadan kaynaklanan nedenlerle takıyor.”

 

“Öyleyse üniversitelere giriş  kuralları neden bu kadar sıkı?”

Sorusuna:

“Yasağı yanlış buluyorum. Demokratik bir devlet din özgürlüğünü garantiye almalı. Buna vatandaşların  dinlerini  simgeleriyle  ifade etmeleri dahildir. Tabii barışçı oldukları ve yasalara uydukları müddetçe Bir kız öğrencinin başörtüsü takmasına izin vermek  üniversitelerin  müfredatlarını değiştirmesi ya da profesörlerin yerini  din adamlarının alması  anlamına gelmez ki…Başörtüsü yasağı özgürlükçü değil. Bunu koyanlar hedeflerini aşmış.”

 

“Yasağı değiştirip üniversitelere  başörtüsü serbestisi getirecek misiniz?”

 

 

Sorusuna:

“Evet, zaman içinde  bu girişimde bulunacağız. Böyle bir adımı doğru buluyorum. Bunu, din ve devlet işlerinin ayrılığı  ilkesini zayıflatmak için değil, Türkiye’nin vatandaşlarına daha fazla özgürlükler sağlaması için istiyoruz.” (Radikal Gazetesi, 7 Şubat 2005, s.7 Erdoğan Türban Yasağına Karşı Çalışma yapıyor, başlıkla haber.)

 

Bu açıklamalardan “türban yasağı”nın kaldırılması için  yeterli bir ön bilincin var olduğu ve  yasağın kalkmasını gerçekleştirecek  bir girişimin  üçüncü kez yapılacağı en yetkili yerden ifade ediliyor.

 

Bilindiği gibi yasak, Anayasa Mahkemesi’nin  iki kararına dayanıyor.

Ayrıca  İnsan Hakları Mahkemesi’nin  ve ardından Fransız Parlâmentosu’nun  türbanın  dini simge olduğuna ilişkin kararları vardır.

Türbanın serbest hale gelebilmesi için bir anayasa değişikliğinin  yapılması  gibi bir çözüm  hemen bir halk oylamasının gündeme gelebileceğini anımsatıyor. Halk oylamasının ise,  üniversitelerdeki öğrencilerin binde ikisini bile oluşturmayan bu başörtülü gençler için yapılmasına karar verilmesi  pek olası görünmüyor.

 

Öte yandan, dünyanın bu günkü  topludurumu (konjonktürü) ve yaşadıkları karşısında  türban gibi  çok kıyıda kalmış ve kişiselliği  her yanıyla ortada görünen bir konunun, tam AB görüşmelerine girerken tekrar gündeme getirilmesi, hiçbir yönden yarar sağlamayacağı anlaşılıyor.

 

Türbanın serbest bırakılması, ilerde  Türkiye’de  çok sayıda ve çok derin kimi sorunların ortaya çıkmasına  yardımcı olacağı  kuşkusu oldukça yaygındır. Örneğin kamu  görevlisi olan  memurun, bu serbestlikten yararlanarak  üzerinde dini inançlarını belli edecek simgelerle( örneğin başörtüsü ile, türban ile) birlikte  kamu hizmetini yürütmekte hiçbir sakınca görmemesi, bireyler üzerinde nasıl bir olumsuz etki yapacaktır hiç  düşünebiliyor musunuz? Böyle bir durumun insanları, nasıl birbirlerine güvenmeyen, aralarına nifak sokarak  düşmanlıkları artıran  bir yaygın etki yapacağını  gözden ırak tutmamak gerekiyor.

 

İnsanların, inançlarının gereğini yerine getirmeleri tabii haklarıdır. Ne  ki bunu yaparken  kendileri gibi düşünmeyenlerin etki altında kalabileceklerini de  göz önüne almaları gerekiyor. Giderek manevi bir baskı altında  kalabilecek olan  bu kişilerin,  ötekilerin özgürlükleri için kendi özgürlüklerinden  vazgeçmek zorunda kaldıklarını\kalacaklarını unutmamalıyız!

İnsanların inançlarına göre yaşamak istemeleri salt  kendilerini bağlıyor. Onların  inançlarına göre davranmalarını sağlayan  bir ortamın ‘ötekini’ rahatsız etmesini anlamak hiçbir açıdan mümkün değildir, olmamalıdır da…

 

Din ile devlet işleri  birbirinden bağımsız olarak yürütülürken, bunların her birinin gereğini, kişiyi tatmin edecek düzeyde yerine getirmeyi de  gerçekleştirmek,  yaşamda çok kolay  olmuyor\ olmadı… Türkiye, en az iki yüz yıldır  bunu gerçekleştiremedi. Modern devlet olmak için yürüttüğü çabaları hala sonuçlandıramadı. AB çevresindeki çabalarımız da bunu en son halkası değil mi?

 

İnancı, bireylerin  kendi vicdanına ve derununa  bırakmadıkça, onların yüreklerindeki  manevi yanları bu anlamda  serbestleştirmedikçe modern olunamıyor.

 

Türbanın bir dinsel simge olduğu artık, hem  içerde hem de dışarıda  tescil edilmişken bu simgenin serbestçe taşınması ne modernizmle ne demokrasiyle  ilişkidir. Lâik bir ülkede insanların, yasal olarak başlarını örtebilmelerine olanak sağlamanın  demokrasiyle ilişkisi olabilir mi?

 

Şimdi bir de AİHM’in  türban yasağını  uygun bulmasına  karşı, bu konuyu  ‘din alimlerine sormalı ve öyle karar vermeli’  gibi bir seçeneği laik  Türkiye’de  ortaya atmak  nasıl açıklanabilir?

Bu din alimlerinin  verecekleri fetva  din kurallarına göre  ve  dine uygun olarak verileceğine göre, hukuk nerede duracaktır o zaman?

Ya da dinin emirleri mi yani şeriat hükümleri mi çağdaş hukuk mu?

85 yıl sonra  Türkiye buraya mı gelmeliydi?

Türban, döne döne  laikliği  bir başka taraftan alenen tehdit etmeye mi başladı?

 

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>