Muhsin Şener Rotating Header Image

Seçenekler Sunmak – I

Erkan Mumcu istifasının ardından  yaptığı açıklamada, seçeneksiz gibi görünen bu ortamda millete seçenekler sunmak görevinden söz ediyor.

 

Türkiye’de 3 Kasım seçimlerinden sonra ortaya çıkan durum, gerçekten de  seçeneksizmiş gibi görünüyor. Parlâmentodaki  iktidar partisi olan AKP, anayasayı tek başına değiştirebilecek çoğunluğa sahip. Muhalefetin ise,  basına, çok kişi ve çevreye göre  bugün aldığı oyu da alabilecek durumda değil deniyor.

Öteki partilerin adı sanı bile okunmuyor.

Böyle bir ortamda  seçeneksizlik  apaçık ortada bulunuyor.

 

Normal olan, muhalefetin güçlü bir seçenek olarak  vatandaş karşısında yerini almasıdır. Ne yazık ki böyle görünmüyor. Seçeneğin  muhalefette görünmesi,  muhalefetin aynı zamanda  sol bir parti olmasıyla da çok ilgili. Çünkü AKP kendini  muhafazakâr olarak tanımlıyor. Muhafazakârlık,  düzenin korunması ve  değişimin  karşısında olmak demektir. Bu noktada iktidar partisi  yelkenine  AB rüzgârını aldığı için  değişimin  yanındaymış gibi bir izlenim veriyor. Bu izlenim, teorik olarak  onun muhafazakârlığını bile unutturuyor. Güçlü bir izlenimdir bu çünkü.  Buna karşın muhalefetin AB rüzgârıyla falan hiçbir işi olmadığı  izlenimi gittikçe yayılıyor. Oysa bu rüzgâr Türkiye’de  her şeyin önünde yer alıyor ve kanaat oluşturmada eşsizliğini tanıtlıyor. AB dinamiği bugün, hiçbir iç dinamikle zayıflatılabilecek gibi görünmüyor. Yapay olarak yaratılacak olan iç dinamiklerin  gerçeklikle olan uzaklıkları nedeniyle  AB dış dinamiğini zayıflatamıyor.

 

Türkiye’de iç dinamiklerin en  babası  milliyetçiliktir. Ona dayanarak  ucuz halkçılığı (popülizm) istediğiniz  kadar  pompalayabilirsiniz ve bu  şişirmenin her zaman  alıcıları vardır.  AB gerçekliği  karşısında ise   bunun, eskisi gibi önemi  ve bağlayıcılığı, kandırıcılığı kalmamıştır.

 

Böyle bir siyasal ortamda, insanlara  siyasal seçenekler sunulması gerçekten  yaşamsal bir önem taşıyor. Sayın Mumcu’nun sözleri bu yönden  dikkat çekiyor ve bir boşluğu işaret ediyor.

 

Halen Türkiye’de  AB’ye giriş görüşmeleri için   görüşmecilerle ilgili  hazırlıklar  bitmiş değildir.  Bundan daha  yaşamsal olanı ise,  AB ile yapılacak görüşmelerde  AB’yi, Avrupa’yı çok iyi bilen  ve ayrıca, görüşme ve pazarlıklarda yeterli deneyime sahip kişilerin ortada dolaşmalarına karşın,  böyle bir göreve çağırılmamış olmalarıdır. Bu kişiler muhalefette de olabilirler. Bunun, hiçbir sakıncası olmamalıdır. Çünkü yapılacak olan  tarihi bir pazarlıktır ve  Türkiye için yapılacaktır.  Böyle bir yolun seçilmesi iktidar partisine herhangi bir nakise getirmez, aksine ona değer katar.  3 Ekim görüşmelerine giderken  muhalefet liderini de bizzat çağıran Sayın Başbakan, en önce seçmiş ve denemişti. Gelip gelmemek  onların bileceği bir şeydi ve kazanç da kayıpta onlara aitti.

Nitekim  eleştirilmişlerdir!

 

Yaygın  kanıya  göre Sayın Mumcu’nun  mevcut partilerden birinin başına geçerek,  AKP’nin  AB görüşmeleri için tarih alındığından beri  içine kapanmasının oluşturduğu siyasal durgunluğu  yok edeceği doğrultusunda. Bu beklenti gerçekleşirse eğer  sağda bulunan  bir ya da  birden çok partinin,  öncelikle AB için  kimi seçenekler  sunması gerekecektir. Beklenen de budur.

 

Sağda olan bu partilerden gelebilecek bir AB seçeneğinin  hiçbir zaman AB’yi engellemesi doğrultusunda olmaması gerekmektedir. Türkiye insanı  birkaç gün öncesine kadar  % 72 gibi bir çoğunlukla AB’ye girmek istiyor. Bu isteği karşılamak gerekiyor, akamete uğratmak değil. Sağ partilerin,  en azından AKP kadar  AB’ye yatkın olmak  zorunlulukları vardır.  Halk gerçekliği böyle bir zorunluluğu dayatıyor.

Daha  ötesi kendilerini ilgilendiriyor.

 

En  mantıklı ve beklenen  seçenek,  CHP seçeneğidir.

CHP daha   bir süre kendisiyle  uğraşacakmış gibi görünüyor. Bu içe dönüklükten  bir an önce çıkmasını diliyorum.

Salt  dışa dönük olmak yetmeyecektir. Sosyal demokrat olmanın gereklerine göre seçenekler oluşturulmalıdır. Ne Anthony Giddens ve Üçüncü Yol ne   Prof. Ahmet İnsel’in  Solu Yeniden Tanımlamak adlı yapıtları…[1] O kadar ortada olan konu var ki… Bunlarla  ilgili  kimi girişimler bile çok dikkat toplayabilir:

Türkiye, Anayasa’yı değiştirebilecek  bir çoğunluğu bir  partiye vererek  onu  parlâmentoya taşımış olmasına karşın,  yıllar ve yıllardır  emeklisini maaş kuyruğunda beklemekten kurtulamamıştır. Çok kolay olan  bu sorun âdeta bir sorunsala dönmüştür.

Sigortalının ve  emekli sandığına bağlı memurun ve emeklini alacağı ilâcın en ucuzunu  vermek için  direnmenin  bu insanları yıprattığı yetmiyor mu? Refah Devletinin eğitim+sağlık+ömür boyu gelir demek olduğunu bilmeyen, duymayan kaldı mı?

Türkiye’de eğitimin  ne içeriği ne kalitesi ne de  yöntemi  yeryüzü insanı yetiştirmeye hiç mi hiç uygun değil!  Bunu  AB görüşmelerine yaklaştıkça ve görüşmeler sırasında görüyoruz ve daha da göreceğiz.

Türkiye’de  YÖK, afla gelen hiçbir öğrenciyi  alacak yerimiz yoktur diye  söylerken  iktidar öğrenci affı çıkarmanın  gayreti içindedir…

Bu nasıl bir çelişkidir?

Daha niceleri ve daha niceleri…

 

Türkiye insanının  iyiliği, mutluluğu ve refahı için yeni ve uygulanabilir seçeneklere o denli  ihtiyaç var ki…



[1]A. Giddens, Üçüncü Yol, Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi, Birey Yayınları, İst. 2000.

A.İnsel, Solu Yeniden Tanımlamak, Birikim Yayınları, İst. 2000

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>