Gittikçe yoğunlaşan siyaset gündemi, geleneksel kimi konular başta olmak üzere zenginleşerek genişlik kazanmaya başladı. Gündemdeki konuların hemen tümü özde her zaman üzerinde olduğumuz konular.
En can alıcı noktalarından yaklaşarak bu konuları ele almak istiyorum:
Lâiklik:
Hiç gündemden düşmüyor bu konu. Şöyle ya da böyle her zaman gündemde kalmayı başarıyor.
Dinin, yaşamımızda bir ‘ç i m e n t o’ olduğu söylenirken lâiklik gündemin hemen ön sırasına yerleşivermişti.
Modern ulus, özgür bireylerin siyasal ve ekonomik olarak oluşturdukları bir birliktir. Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntıları üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyetinde din, imparatorluktaki ‘ü s t b i r l i ğ i’ sağlayan öğe olarak kalamamış; ‘egemen üst birliği’ sağlayan öğenin din olması gibi bir gerçeklik ortadan kalkmıştır.
Din, vicdanlardaki yerine konulmuştur.
Ne ki din, geleneksel olarak ulusal birliğin sağlayıcısı olma işlevini artık siyasal, ekonomik ve toplumsal birliğe terk etmek zorunda kalmıştır.
21. yy.da dinin, ulusal birliği gerçekleştirdiğinden söz etmenin, lâiklikle bağdaştırılabilir hiçbir yanı yoktur.
Kimlik:
Çok konuşulmaya başlanan konulardan biri de bu kimlik konusudur.
Alt kimlik, üst kimlik gibi tanımlamalardan da söz ediliyor.
‘T ü r k’ kimliğinin, üst kimlik mi, alt kimliklerden biri mi? olduğu bile tartışma konusu yapılmıştır.
Hem de mecliste!…
Evrensel örneklerle süslenerek hem de…
Amca olmak, dayı olmak, baba olmak, eş olmak, öğretmen olmak, erkek olmak, kadın olmak, Çerkez olmak, Türk olmak, Müslüman olmak, Musevi olmak, dünya vatandaşı olmak vb. vb. sayılamayacak kadar kimliğimiz var.
İnsanlar kendilerini, bağlı oldukları soya göre tanımlarken ‘e t n i k k ö k e n’ olarak tanımlamış oluyorlar. Bu tanımlama, kan bağına göre yapılmış bir tanımlamadır. ‘E t n i k k ö k e n’ denilen şey, bu bağdır. Kanın ‘asaletine’ dayanan ve kendi soyundan olanlarıherkesten üstün görmeyi ve benimsemeyi dayatan bu etnik kimlik, insanlar arasında kavgayı ve savaşları en çok tahrik eden ve kan dökülmesine neden olan bir kimliktir.
Üst kimlik de alt kimlik de bu savaşçı ve kavgacı niteliğin 21.yy.da artık unutulması gerektiğini söylüyor!…
Din ve inançların oluşturduğu kimlik ise, inanca dayalı etnik kimlik olarak tanımlanıyor.
Hemen, kan ve gözyaşına boğulmuş Din Savaşlarını anımsatan bu kimliğin de sicilinde, çok sayıda ölüm ve insan öldürülmenin yer aldığı unutulmamalı…
İnançlara yaslanan bağnazlık, ta orta çağın karanlıkları arasında kalmıştır.
Onu canlandırmanın, insan ve toplum yaşamına getireceği hiçbir yarar yoktur.
Gerek etnik ve gerekse inanca dayalı kimliklere yaslanarak “k i m l i k s i z a y d ı n l a r!…” gibi tanımlamaları kullananlar ne yazık ki hala var!…
Aydının ‘k i m l i k l i’ olması onun, bu alt-üst kimliklerle bezenmiş olmasını gerektiriyor.
Yani örneğin, Türkiye’yi eleştiren Hıristiyan Milletvekillerine alenen “bu o…..lar” diyen kişi ya da kişiler kimlikli mi olmuş oluyorlar?
Yani, örneğin Orhan Pamuk’a destek olmak için gelen Hıristiyan kadın Milletvekillerine hakaret edenler, Pamuk’u destekleyenleri aşağıladıkları için mi kimlik kazanmış oluyorlar?
Yani, Orhan Pamuk’un arabasının ön camına, kendini atarak ya da oraya bir şeyler atıp o camı kırmak suretiyle Pamuk’a zarar vermek ten mi geçiyor kimlikli aydın olmak?
Kimlik alanındaki bu olgulara bakıldığında, hep ve her zaman ve her koşulda kimliğe dayanmak kavga, sertlik, huzursuzluk ve insanları zarara uğratma… ile sonuçlandığı görülüyor…
21. yy.da, toplumlar arasında, kavgaların kökünü kazıyarak barışın egemen olmasına ve toplumsal yaşamda derinlik kazanmasına çalışmalıyız…
Öldürücü ve yıkıcı kimlik sorunlarının sarmalında hiçbir zaman yitmemeliyiz.
Roman yazarı Pamuk ve Rektör Aşkın:
Pamuk ile Aşkın hemen kemen aynı zamanlarda gündemde yer aldılar.
Pamuk, romanları 25 dile çevrilmiş ve çevrilmeye de devam edilen bir dünya yazarı.
Bir İsviçre gazetesine “Türkiye’de bir milyon ermeni öldürüldü.” cümlesi üzerine mahkemeye verilmiş bulunuyor.
Pamuk’un bu açıklamasının ulusal kimliğimizi aşağıladığına inanılıyor.
AB’nin Türkiye’yi hazmetmesi konusunun tam da göbeğinde böyle bir söylemin suç olabileceğini düşünememek/ anlayamamak/ hayal edememek. …de var…
Şimdi AB toplulukları neden bizim gibi düşünmüyorlar/ düşünemiyorlar diyebilir miyiz?
Desek bile, bu kavrayışımızın salt bize özgü, bizi bağlayan, evrensel olmayan, evrensel anlayış ve düşünceye ters, onunla çelişen bir düşünce olduğu açık değil mi?
Peki, 40 yıldan beri Türkiye evrensel düşünen, anlayan, kavrayan ve AB adı verilen bu çağdaş, evrensel düşünce ve uygarlık çevresine girmeyi kendi istemedi mi? Ve 3 Ekim 2004 tarihinde de bu çevreye girmek için önemli bir aşamayı geçmedi mi?
Kaldı ki Türkiye bu evrensel AB projesinin içine girmek için gerekli olan tüm koşulları yerine getirme gayreti ve çabası içindedir. Tüm bu çabalar sonunda tıpkı AB halkları gibi düşünen ve kavrayan bir uygarlık çerçevesinin içine girecektir.
Yok arkadaş ben bu Batı uygarlığı denilen uygarlık çevresine katılamam; uygarlığı onlar gibi anlamak istemiyorum; ben yine eskisi gibi olmayı sürdüreceğim ama AB’ye de gireceğim deniliyorsa böyle bir şeyin olmasının mümkün bulunmadığını çok iyi bilmeliyiz.
Avrupa’dan gelen bayanlı baylı milletvekillerinin Pamuk olayına yaklaşımlarını doğru değerlendirmeliyiz.
Van 100.yıl Üniversitesinin rektörü Sayın Aşkın’ın tutuklanmasına karşı oluşan tepkiyi yargıya müdahale etmek olarak tanımlayabilir miyiz? Anayasanın 138. maddesindeki hüküm karşısında YÖK’ün, Ana muhalefetin tutumu yasal mıdır?
YÖK yasası rektörlerin tutuklanması ile ilgili olarak tıpkı eski memurin mukakematı’ndaki gibi koruyucu hükümler getirmiştir. Rektörlerle ilgili tutuklamanın YÖK’ün onayından sonra mümkün olabileceği ifade ediliyor.
Konu bu kapsam içinde düşünüldüğünde gösterilem kamuoyu tepkisi bir anlam kazanıyor. Tabii yargı süreci başladığı için bu sorunun o süreç içinde sonuçlanması da gerekiyor.
Adalete güvenmeliyiz.