Eğitim Bakanlığında program değişiklikleri üzerinde çalışıldığı söyleniyor.
İlköğretim okullarında gelecek öğretim yılında genelleştirileceği söylenen bir yeni program uygulanmaya başlanmış.
Eğitim programları, eğitim faaliyetlerinin ana öğelerinden biri. Eğitim, bu doküman çerçevesinde gerçekleştiriliyor. Programın eğitilenler tarafından içselleştirilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Kuşaklar bu yolla istenilen yöne ve birikime ve dolayısıyla o birikim yoluyla da bir tür davranış değişikliğine hazırlanmaktadırlar. Öyle anlaşılıyor ki eski programlarla yeterli düzeyde davranış değişikliği sağlanamadığı anlaşıldığından, yeni programlar aracılığı ile değişim ve dönüşümün gerçekleştirilmesine çaba harcanacaktır.
İlköğretimdeki yeni programlarla yapılmak istenen şey budur; bu olmalıdır.
Türkiye insanının okumadığı, okumayı sevmediği söyleniyor, yazılıyor.
Giderek okumayan ve düşünmeyen, düşünce üretmeyen ve düşünce ile de pek arası iyi olmayan; düşüncenin söylenmesi ve yazılmasının da pek serbest olmadığını yaşıyor Türkiye insanı.
Okumasını ve anlamasını bilmemek; okumaktan hoşlanmamak bir ana eğitim sorunudur. Bu sorunun eğitim yoluyla çözülmesi mümkündür. Yeter ki eğitim programları buna olanak sağlasın. Sekiz yıllık temel eğitimden geçen çocukların ve gençlerin iyi bir okuma alışkanlığı almış olmaları beklenir. Ne yazık ki bu sağlanamamıştır hala.
Türkçe derslerinde çocukların üzerinde çalıştıkları okuma parçalarının önce sözcüklerini doğru söylemeleri gerekir. Derslerde o nedenle sesli okuma çalışmaları yapılmaktadır. Sesli okumanın başarılı örneğini çocuk öğretmeninde görmelidir. O nedenledir ki öğretmen çok iyi okuyan biri olmalıdır. Bu yeter mi? Hayır yetmez! Okuma parçasının düşünce örgüsünü kavratması gerekiyor. Bu yolla o düşünceleri ayırmayı ve onlar üzerinde konuşmayı, tartışmayı öğrenir.
Öte yandan bu okuma parçalarında geçen yeni sözcüklerin ve söz gruplarının anlamlarını kavrayarak sözcük dağarcığını genişletmiş olur. Bunu için de o sözcük ve sözcük grupları üzerinde çalışmak durumundadır. Tüm bu çalışmaların ardından okuma parçalarını artık anlamlı bir biçimde ve en iyi bir sesle okuyabilir düzeye ulaşmış olurlar.
Öğrencilerin bu sayılanları kazanabilmeleri için Türkçe programlarının sözü edilen çalışmalara olanak sağlayacak biçimde ve içerikte düzenlenmesi gerekiyor. Sayılanları alışkanlık haline getirecek kadar geniş çalışmalar yapılmasına zaman bakımından olanak tanınması gerekiyor.
Ayrıca bu saydığım çalışmaların programda ayrıntılı olarak yer alması ve öğrencilere kazandırılmasının da denetlenmesi gerekiyor. Program bu düzeyde bir açıklığı taşımak zorundadır.
Okumayan, okumayı alışkanlık haline getiremeyen Türkiye insanı yetiştiren öğretmenin de okuma alışkanlığı almamış olduğu bilinen bir şey. Oysa bu alışkanlığın edinilmesinin ilk koşulu, okumayı yemek içmek gibi bir ihtiyaç olarak duyan kişiler eliyle kazandırılabileceği gerçeğini unutmamaktır.
Eğitim programlarının değiştirildiği\ değiştirilmeye devam edileceği söylentileri karşısında programlarda bu özelliklerin yer alması gerektiğini açıklamak zorunluydu. Çünkü Türkiye insanı artık soru sormayı bilen, soru sorma ihtiyacı duyan, sorularının da yanıtını hem kendi çabasıyla hem de eğitim süreci içinde en doğru biçimde alma zorunluluğunun kapısına dayanmış bulunuyor. Oysa insanımız, mevcut programlarla ancak ilkokul dördüncü sınıftan terk düzeyinde bir doldurulmuş bilgi ile yaşamaktan tedirgin olmaya başlamanın eşiğinde duruyor.
Sosyal bilimler derslerinde insanımıza, yaşamında işine yarayacak ve onun önünü açacak hiçbir şey öğretilemiyor. Çünkü Sosyal bilimler derslerinin eğitim programlarının önemli bir bölümü bile bile noksan bırakılmıştır ya da yanlıştır. Ne ki öğrencilere belletilir. Hiçbir sosyal durumun ya da olayın neden ve niçinleri üzerinde düşünme yolu seçilmez.
Türkiye’de entelektüel, salt kendi çabasıyla ve ancak eğitiminden sonra elde ettiği bilgi ve alışkanlıklarla vardır. Başka bir deyişle entelektüel yetişmişliğini ve düzeyini eğitimine değil kendi çabasına borçludur. Yani bir bakıma okul yılları heba olmuştur.
Türkiye insanının, eğitim kurumlarında kendine özgü bir görüş edinmesi; bu görüşünün kendisinin damgasını taşıması ve onu güvenle anlatabilmesi, söyleyebilmesi gerekir.
Ne yazık ki eğitim kurumlarımız bu düzeyde insan yetiştirmekte çok yaya kalmışlardır. Eğitim kurumlarında birçok şey salt ezberlenir ve istendiğinde de aktarılarak öğrenildiği gösterilir. O malzemeyi kendi malı yapamaz. İçselleştirilemeyen bilgi bir yük olduğu için hemen unutulur ve giderek eğitimden geçenle geçmeyen arasında hiçbir ayrım kalmaz.
Ne yazık ki Türkiye eğitim alanında böyle bir tablo ile karşı karşıyadır.
Eğitim programlarının değiştirileceğinin söylendiği şu günlerde bunların tekrarlanmasında âdeta bir zorunluluk vardır.