Muhsin Şener Rotating Header Image

Bireysel İnsan

Sibernetik insana ortalığı karıştıran öğe olarak bakıyor. Çünkü insan  özgür planlama ve özgür eylem yapabilen tek varlıktır. Sibernetik, insanın  bu özgür iradesini gelecekbilimden yararlanarak  sınırlandırmak daha doğrusu kullanmak eğilimindedir.

 

İnsan, toplumsal bir varlıktır.

burada sözü edilen toplum, endüstri toplumu olup insanın bireyliğini sınırlarına varıncaya değin kullanmasına olanak tanıyan  bir toplumdur. Endüstri toplumu, sibernetiğin egemenliğindeki  bilim ve bilimsel teknolojiye bağımlı kaldığı, varolduğu sürece ancak varolabilir.

 

Bilimin otoritesi yöntemin zaferi ile sağlanabiliyor.

Yöntem, araştırılma biçimidir.

Biçim,   önceden tasarlanmış; deneyle  ulaşılabilir, sınanabilir herşey için geçerli bir hesaplanabilirliktir.

Araştırılacak olan ise, nesneler ve nesnel oldukları  belirlenmiş alanlardır.

Sözü edilen yöntem,  bilimin üzerindeki zaferdir. bilimden öndedir sanki. Çünkü, bilimin uygulanması ve kullanılmasıdır bu durum. Ve onun somutlanması demektir. Bir başka deyişle doğru ve gerçek  olan, geçerli sayılan, yalnız bilimsel olarak hesaplanabilir olandır. Bu yoldan gidildiğinde dünya, insanın emrine girmektedir.

 

Sibernetikle, bilimin  üzerindeki bu zafer, daha da  genişlemiştir. Çünkü sibernetikle tüm olasılıkların hesaplanması ve sayısal olarak da doğruya, gerçeğe yakın bir biçimde  anlatılması gerçekleşebilmiştir.

Artık, tüm dünya  tasarımları hesaplanabilmektedir ve bu yolla  dünya üzerinde egemenlik kurulabilmektedir. Egemenlik süreci, bilgilenmelerle  kontrol edilebilmekte ve bu alanda geri beslemeli bir ilişki düzeni kurulmuş bulunmaktadır.

 

Bilimsel bilgi insanı etkilemekte ve onun sibernetik olarak tasavvur ettiği, hesap ettiği  dünyayı etkileyebilmektedir. İnsan bu etkilemede  geriye  doğru  yöntemi, bilgiyi de etkileyerek  bu durumun iç içe olmasını geçmesini bile sağlayabiliyor. İç içe üç çemberin  en iç halkası dünya, ortadaki halka insan ve dış çember de bilimsel bilgi ise  bunlar birbirlerini karşılıklı olarak etkileri altına alabiliyorlar.  Heidegger bu durumu çember düzen olarak adlandırıyor.[1]

 

Böyle bir çember düzende  dünya birey eliyle değişip dönüşebilmektedir. Bu dönüşüme bireyin insan halleri damgasını vurmaktadır.

 

Tarım toplumlarının bireyi  görmediği toplumsalı öne  çıkardığı bilinen bir gerçekliktir. Orada bireyin, birey olarak önemi yoktur,olamaz. O bireylerin birleşerek ya da güçlerini birleştirerek  toprak tabanlı daha çok üretim yapabilmeleridir önemli olan. Onların birey birey nitelikleri ve girişim güçleri önemli değildir.  Ne ki endüsri toplumunda bu durum tamamen tersine dönmüştür. Çünü bireydir o çember düzen içinde  dünyayı değiştirip dönüştürecek olan.  Endüstri toplumunda  bireylerin  güçlerini birleştirerek daha çok üretime koşulmaları  mümkün görünmüyor. Çünkü bu toplumlarda bireyler  ayrı ayrı  üretime katkı yapıyorlar.

 

21. yy’a girdiğimiz  dört yıl oldu ve toplum  endüstri toplumu olmaya doğru koşar adımla gitmeğe çalışıyor. Ne ki  bireyin öne çıkması ve onun bireysel niteliklerinin  geliştirilmesi ve parlatılması  düşünülemiyor. Toplumun bireylerin bir araya gelmesiyle oluştuğunu kabul etmenin bireyleşmek demek olduğunu sanan çok insan var ortalıkta. Bireyleşmenin önündeki önemli engelin özgürleşmek olduğunu  belirtmeliyiz. Toplumcu anlayışlar onu  toplum adına ve onun için  yok edebiliyor.

Özgürleşmemek/ özgürleşememek, ‘sosyal dengeleri altüst ediyor’.

‘içinde yaşadığı toplumun sorunlarıyla kuşatılmış şair bireyin’ o sorunları şiirinin malzemesi yapmasının getireceği  sanatsal açmazlar, 70’li yıllarda yaşanılanlarla bile hala anlaşılmış değildir.

Önce özgürleşmek gerekiyor!…

 

Bireyleşmek, varlıkbilimsel yapıda oluşan  değişimi gerektiriyor. Ardından  bilincin değişimi gelecektir. Bilimsel bilginin ışığı altında kavrayıp ortaya koyan bir bilince ulaşabilmek için  gerçekleri, doğruları görmek gerekiyor. Toplumcu anlayış içindeki düzenler, nesneleri ve nesnel olarak tanımlanan  alanların  bilimsel yolla kavranmalarına izin vermiyor. Yani  bu nesnel alanlar hakkında kesin ve doğru bilgiler elde edilemiyor. Neden? Çünkü o bilgilerin en önemli bölümleri “toplumun çıkarı” diye gizleniyor ve o bilgiyi kavramanız olanaksızlaşıyor. Toplumun çok büyük bir kesimi bu gizliliğin ayrımına bile varamıyor. Küçük bir kesim varmış olsa bile karşısıda  toplum adına  otoriteyi bulyor. Direnirse eğer  özgürlüklerinden oluyor. Önce kendine sonra da çok yakın çevresine zarar veriyor ve hiçbir şey elde edemeden yitip gidiyor.

Bunun çok örneğini yaşadı  bu toplum.

 

Oysa, birey özgürlüğü öne çıkarılarak bireyin  tüm yeteneklerini  geliştirilebileceği olanaklar kendisine  sağlandığında  o özgürlüklerle birey yukarıdan beri anlatmaya çalıştığım olumsuzlukların tümüne karşı bir tavır koyabiliyor ve o tavrı nedeniyle de  otoriteyle karşılaşmadan olumsuzlukları eleştirmeyi sürdürebiliyor.

Örneğin verdiği verginin hesabını sorabiliyor.

Neden istediği kişiyi seçemediğini haykırabiliyor.

İstediği yüksek öğretim olanaklarına neden kavuşamadığını tartışabiliyor.

Gelir dağılımının neden dengesiz olduğunu sorgulayabiliyor.

Neden nobel alamıyoruz diye bağırabiliyor.

 

Bireyin oluşmasındaki varlıksal değişim ile birlikte  bilgibilimsel bir değişimin de gerçekleşmesi gerekmektedir. Bireyin  yaşadığı dünya hakkındaki bilgisi  bilimsel bilgi olmak zorundadır. Oysa içinde doğduğunuz toplumun yüzde yüze yakın bir  çoğunluğu  “milli ve manevi kökenli” bir bilginin  yönlendiriciliği ile yaşıyor olabilir. Eğitim kurumları böyle bir kavrayışa olanak tanıyacak  biçimde  programlar uyguluyor olabilirler. Okulların  bir bölümü bu anlayışı yaymak ve kökleştirmek için  açılmış ve  topluma  elemanlar yetiştirmeyi sürdürüyor olabilirler.

 

Bu anlayış içinde yetişen  bireyler  dünyayı ve kendilerini de bu anlayışa uygun olarak kavramaya devam edebiliriler. Bilimle çatışan, onunla çelişen yaşam pratikleri olabilir. Bu durumda  bireyi çevreleyen bilgibilimsel bilgi ile  aileden, yakın çevreden, toplumsal çevreden gelen  bu aşkın kökenli bilginin çatışma halinde olduğu bir bilgi dünyası içinde gelişen  bir birey çıkar ortaya. Böyle bireylerden oluşan bir toplumun özgürlükten, insan haklarından, bilimden, bilimsel gelişmeden falan  alıp vereceği  şey çok sınırlı olur.

 

Türkiye toplumu işte böyle bir varlıksal ve bilgi bilimsel yapılanma ile oluşmuş bireylerin bulunduğu bir toplum olarak  ikiyüz yılı aşkın süreden beri  aynı şeylerin yinelenmesiyle uğraşıp duruyor.

 

Osmanlı toplumu  bi toplumsallık üzerine kurulmuştu.

Türkiye toplumu da  toplumsal bir yapılanma  ile geliyor seksen yıldır.

Hiçbir iç dinamiğini  harekete geçiremiyor ki  çağdaşlığa sıçrasın ve orada yerini alsın.

Öyle olduğu için AB dış dinamiğine yaslanarak çağdaşlığı yakalamaya çabalıyor.

Çağdaşlık bireyleşmeyi öneriyor ve öne çıkarıyor.

Oysa biz toplum olarak hala toplumculuğu önermeyi sürdürüyoruz.

 

Bırakın bireyleşmenin önü açılsın.

Bireyler sorgulayan, inceleyen ve araştıranlar olarak yetişsinler.

Bireylerin haklarını ve özgürlüklerini öne çıkaralım.

Toplum için değil bireyler için hukuk kuralım. O hukuk için çaba harcayalım.

Gelişen ve değişen birey  çağdaşlığı hemen yakalayabilecektir.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>