Sibernetik insana ortalığı karıştıran öğe olarak bakıyor. Çünkü insan özgür planlama ve özgür eylem yapabilen tek varlıktır. Sibernetik, insanın bu özgür iradesini gelecekbilimden yararlanarak sınırlandırmak daha doğrusu kullanmak eğilimindedir.
İnsan, toplumsal bir varlıktır.
burada sözü edilen toplum, endüstri toplumu olup insanın bireyliğini sınırlarına varıncaya değin kullanmasına olanak tanıyan bir toplumdur. Endüstri toplumu, sibernetiğin egemenliğindeki bilim ve bilimsel teknolojiye bağımlı kaldığı, varolduğu sürece ancak varolabilir.
Bilimin otoritesi yöntemin zaferi ile sağlanabiliyor.
Yöntem, araştırılma biçimidir.
Biçim, önceden tasarlanmış; deneyle ulaşılabilir, sınanabilir herşey için geçerli bir hesaplanabilirliktir.
Araştırılacak olan ise, nesneler ve nesnel oldukları belirlenmiş alanlardır.
Sözü edilen yöntem, bilimin üzerindeki zaferdir. bilimden öndedir sanki. Çünkü, bilimin uygulanması ve kullanılmasıdır bu durum. Ve onun somutlanması demektir. Bir başka deyişle doğru ve gerçek olan, geçerli sayılan, yalnız bilimsel olarak hesaplanabilir olandır. Bu yoldan gidildiğinde dünya, insanın emrine girmektedir.
Sibernetikle, bilimin üzerindeki bu zafer, daha da genişlemiştir. Çünkü sibernetikle tüm olasılıkların hesaplanması ve sayısal olarak da doğruya, gerçeğe yakın bir biçimde anlatılması gerçekleşebilmiştir.
Artık, tüm dünya tasarımları hesaplanabilmektedir ve bu yolla dünya üzerinde egemenlik kurulabilmektedir. Egemenlik süreci, bilgilenmelerle kontrol edilebilmekte ve bu alanda geri beslemeli bir ilişki düzeni kurulmuş bulunmaktadır.
Bilimsel bilgi insanı etkilemekte ve onun sibernetik olarak tasavvur ettiği, hesap ettiği dünyayı etkileyebilmektedir. İnsan bu etkilemede geriye doğru yöntemi, bilgiyi de etkileyerek bu durumun iç içe olmasını geçmesini bile sağlayabiliyor. İç içe üç çemberin en iç halkası dünya, ortadaki halka insan ve dış çember de bilimsel bilgi ise bunlar birbirlerini karşılıklı olarak etkileri altına alabiliyorlar. Heidegger bu durumu çember düzen olarak adlandırıyor.[1]
Böyle bir çember düzende dünya birey eliyle değişip dönüşebilmektedir. Bu dönüşüme bireyin insan halleri damgasını vurmaktadır.
Tarım toplumlarının bireyi görmediği toplumsalı öne çıkardığı bilinen bir gerçekliktir. Orada bireyin, birey olarak önemi yoktur,olamaz. O bireylerin birleşerek ya da güçlerini birleştirerek toprak tabanlı daha çok üretim yapabilmeleridir önemli olan. Onların birey birey nitelikleri ve girişim güçleri önemli değildir. Ne ki endüsri toplumunda bu durum tamamen tersine dönmüştür. Çünü bireydir o çember düzen içinde dünyayı değiştirip dönüştürecek olan. Endüstri toplumunda bireylerin güçlerini birleştirerek daha çok üretime koşulmaları mümkün görünmüyor. Çünkü bu toplumlarda bireyler ayrı ayrı üretime katkı yapıyorlar.
21. yy’a girdiğimiz dört yıl oldu ve toplum endüstri toplumu olmaya doğru koşar adımla gitmeğe çalışıyor. Ne ki bireyin öne çıkması ve onun bireysel niteliklerinin geliştirilmesi ve parlatılması düşünülemiyor. Toplumun bireylerin bir araya gelmesiyle oluştuğunu kabul etmenin bireyleşmek demek olduğunu sanan çok insan var ortalıkta. Bireyleşmenin önündeki önemli engelin özgürleşmek olduğunu belirtmeliyiz. Toplumcu anlayışlar onu toplum adına ve onun için yok edebiliyor.
Özgürleşmemek/ özgürleşememek, ‘sosyal dengeleri altüst ediyor’.
‘içinde yaşadığı toplumun sorunlarıyla kuşatılmış şair bireyin’ o sorunları şiirinin malzemesi yapmasının getireceği sanatsal açmazlar, 70’li yıllarda yaşanılanlarla bile hala anlaşılmış değildir.
Önce özgürleşmek gerekiyor!…
Bireyleşmek, varlıkbilimsel yapıda oluşan değişimi gerektiriyor. Ardından bilincin değişimi gelecektir. Bilimsel bilginin ışığı altında kavrayıp ortaya koyan bir bilince ulaşabilmek için gerçekleri, doğruları görmek gerekiyor. Toplumcu anlayış içindeki düzenler, nesneleri ve nesnel olarak tanımlanan alanların bilimsel yolla kavranmalarına izin vermiyor. Yani bu nesnel alanlar hakkında kesin ve doğru bilgiler elde edilemiyor. Neden? Çünkü o bilgilerin en önemli bölümleri “toplumun çıkarı” diye gizleniyor ve o bilgiyi kavramanız olanaksızlaşıyor. Toplumun çok büyük bir kesimi bu gizliliğin ayrımına bile varamıyor. Küçük bir kesim varmış olsa bile karşısıda toplum adına otoriteyi bulyor. Direnirse eğer özgürlüklerinden oluyor. Önce kendine sonra da çok yakın çevresine zarar veriyor ve hiçbir şey elde edemeden yitip gidiyor.
Bunun çok örneğini yaşadı bu toplum.
Oysa, birey özgürlüğü öne çıkarılarak bireyin tüm yeteneklerini geliştirilebileceği olanaklar kendisine sağlandığında o özgürlüklerle birey yukarıdan beri anlatmaya çalıştığım olumsuzlukların tümüne karşı bir tavır koyabiliyor ve o tavrı nedeniyle de otoriteyle karşılaşmadan olumsuzlukları eleştirmeyi sürdürebiliyor.
Örneğin verdiği verginin hesabını sorabiliyor.
Neden istediği kişiyi seçemediğini haykırabiliyor.
İstediği yüksek öğretim olanaklarına neden kavuşamadığını tartışabiliyor.
Gelir dağılımının neden dengesiz olduğunu sorgulayabiliyor.
Neden nobel alamıyoruz diye bağırabiliyor.
Bireyin oluşmasındaki varlıksal değişim ile birlikte bilgibilimsel bir değişimin de gerçekleşmesi gerekmektedir. Bireyin yaşadığı dünya hakkındaki bilgisi bilimsel bilgi olmak zorundadır. Oysa içinde doğduğunuz toplumun yüzde yüze yakın bir çoğunluğu “milli ve manevi kökenli” bir bilginin yönlendiriciliği ile yaşıyor olabilir. Eğitim kurumları böyle bir kavrayışa olanak tanıyacak biçimde programlar uyguluyor olabilirler. Okulların bir bölümü bu anlayışı yaymak ve kökleştirmek için açılmış ve topluma elemanlar yetiştirmeyi sürdürüyor olabilirler.
Bu anlayış içinde yetişen bireyler dünyayı ve kendilerini de bu anlayışa uygun olarak kavramaya devam edebiliriler. Bilimle çatışan, onunla çelişen yaşam pratikleri olabilir. Bu durumda bireyi çevreleyen bilgibilimsel bilgi ile aileden, yakın çevreden, toplumsal çevreden gelen bu aşkın kökenli bilginin çatışma halinde olduğu bir bilgi dünyası içinde gelişen bir birey çıkar ortaya. Böyle bireylerden oluşan bir toplumun özgürlükten, insan haklarından, bilimden, bilimsel gelişmeden falan alıp vereceği şey çok sınırlı olur.
Türkiye toplumu işte böyle bir varlıksal ve bilgi bilimsel yapılanma ile oluşmuş bireylerin bulunduğu bir toplum olarak ikiyüz yılı aşkın süreden beri aynı şeylerin yinelenmesiyle uğraşıp duruyor.
Osmanlı toplumu bi toplumsallık üzerine kurulmuştu.
Türkiye toplumu da toplumsal bir yapılanma ile geliyor seksen yıldır.
Hiçbir iç dinamiğini harekete geçiremiyor ki çağdaşlığa sıçrasın ve orada yerini alsın.
Öyle olduğu için AB dış dinamiğine yaslanarak çağdaşlığı yakalamaya çabalıyor.
Çağdaşlık bireyleşmeyi öneriyor ve öne çıkarıyor.
Oysa biz toplum olarak hala toplumculuğu önermeyi sürdürüyoruz.
Bırakın bireyleşmenin önü açılsın.
Bireyler sorgulayan, inceleyen ve araştıranlar olarak yetişsinler.
Bireylerin haklarını ve özgürlüklerini öne çıkaralım.
Toplum için değil bireyler için hukuk kuralım. O hukuk için çaba harcayalım.
Gelişen ve değişen birey çağdaşlığı hemen yakalayabilecektir.