mustafa köz’ün son şiir yapıtı çigan şiirleri çerçevesinde algılama,alımlama ve şiirleştirme işlemlerinin nasıl oluşturulduğuna bakmak istiyorum. eleştiri yazınımızda, belki de monografi diyebileceğimiz şiirin oluşum aşamasındaki evrelerini irdeleyen bu bağlamdaki çalışmaların çokça yapıldığını kolayca söyleyemeyiz.oysa monogrfik özellilkli bu yazıların, şiiri köküne değin kavramaya, şiir türünün(doğalki öteki türlerin de…)neliği, ne/neler olmadan şiirin oluşmayacağı/oluşamayacağı; şiirleştirmenin ne menem bir şey olduğu, neleri gerektirdiği…? gibi bir yığın soruyu yanıtlamaya ve özellikle de şiirin doğru değerlendirilmesine önemli ölçüde katkı sağlayacağı bir gerçektir.
şiir, algılama,alımlama ve şiirleşme aşamalarından geçerek oluşuyor. bu aşamaların şiir türündeki önemi öteki türlere göre daha baskındır. algılaması yanlış ya da eksik olan bir şiirin doğruluğundan söz edilemez. şiirin doğaldır ki doğrusu yanlışı da olur. yanlış bir algılama üzerine oturmuş olan bir şiirin yazılmasının nedenlerini açıklayamazsınız. yazılmasa da olurdu denilecek bir şiirin ne etkisi olurdu değil mi?
algı,beş duyuya yaslanıyor. bu saptayım algılamanın somutluğunun kanıtıdır. algı konusu olan bir nesnenin/durumun/olayın vb. beş duyu aracılıgıyla elde edilmiş veriler toplamı olması çok doğal değil mi? öyleyse somutluğun üstünde oluşan bir şeydir algı,algılama.
algılananların sizin olması ve size özgü hale gelmesi alımlamadır. burada devreye algılayanın doğal, toplumsal, kişisel, bilişsel ve tinsel özellikleri, kimi kez doğrudan kimi kez de dolayım yoluyla algılananı yeni ve tekten bir biçime/renge/kokuya vb.büründürüyor. artık alımlananın şiirleştirlmesine gelinmiştir.
şimdi, sözcükler; onların bağlaşıklıkları,bu bağlaşıklıklara neler yükleneceği; dilbilimin söz ve sözcük,sözcük bağlamları konularındaki eski ve yeni verileri; sözcükler arasında kurulan sevgi ve kucaklama düzeyi, sesler vb.çok sayıda etkenlerin bir araya gelerek şiiri kuruyor.
çigan şiirleri, algı,alımlama ve şiirleştirme açılarından bakıldığında,köz’ün son şiir yapıtı olması nedeniyle oldukça yoğun bir birikimi içeriyor.[1] bu birikim heybesi, 1990-2009 yılları arasındaki şiirle geçmiş ondokuz yılı ve on şiir yapıtını taşıyor.
çigan: macarca bir özel ad. çigan müziği adlandırmasında kullanılıyor.[2]
yapıtta, altı bölüm içinde kırküç şiir bulunuyor. bölüm adları ilginç! esrar perdesi başlığı altında sekiz şiirle sosyal konuları işliyor. hayatmemat üçlemesi başlıklı ilginç bölümde dört şiir var ve bu şiirlerle yaşam, kurtuluş ve onun yolları olarak yerdeğiştirme, yalnızlık, çare/çareler üzerine durulmuş. ne ki kanlı düğün şiiri yine bu çarelerden sonra, sanki bir açmazı getiriyor.
çigan’da yirmi yılı aşan birikimi örnekleyen kimi kavramlar çok dikkat çekiyor:
deyi/ refika/ eyleşim/ kerime/ bahçevan/ ayvancığı (mürefte’lim şiirindeki kullanım) /üpüryan/ uğursuz kademsiz/ eşinen/recmedilmiş/ takatukale/ altın varak/ gırnatacı/mahdum/ ulufelemişti/ mecidiyeler/ deyerek (diyerek yerine)/ demirkırat mürekkebi ile mührü süleymen/ tayyare pulları/ goygoycular/ ıstar türküleri/ uçurayak gezdirerek/ekimler cumhuriyetperveri/ sipsivil beyoğlan/ mülk/ cigara/ çaput/ yavros/ sako/ dertop/ ağıryegah/ omca yılanı/ vay vay anası/ karakuşi/ deyi oluptu/ mutasarrıf/vb…
tarih, toplumsal yapı, insan ilişkileri, ağız ve şive özellikleri, sokak ağzı, yerellik, trakya aağzı vb.vb. iç içe! ne ilginç bir çeşitleme ve ne ilginç bir birikim torbası…
nasıl algılıyor?
köz’ün iç-dış dünyasına, bireysel ve toplumsal üretime yönelik algılamalarını ve diyalektik, tarihsel ve bütüncül algılamalara yönelik dizelerinden kimi örnekleri ayırdım.
küçüldüm bu kuşkudan, sibylla’yım bir şişe ağzı
geyik etine girdim, sonra çıktım kendimden
…………………………….
ateşi sevdim şimdi, yalnız külü için
hasatsız ağustosta.
(çiganın kocalığı,s.13)
yüreğim herkli tarla
gül değil,har- ı firkat
(kara kervan,s.74)
konuşmadan konuştuk, sözün kimyası bu
duyduk, har ateşte can verdi bengisu
(bengisu,s.32)
kam almadık gerçi şu rezil dünyadan
su dedik kana kana üzüm kanı içtik
(karşısu,s.33)
ilk iki örnekte ozan, kendi iç dünyasına; sonraki iki örnekte ise, dış dünyaya ilişkin bir algılamayı şiirleştiriyor. apollon’un, aşık olduğu bilici sibylla’yı agustos böceğine döndürdüğü anlatan mit’e uzanarak kendi iç dünyasındaki erginleşmesine[3] yol almak istiyor. o yıllarını, külü için ateşi seven insanlar gibi olmaktan ürünü olmayan bir ağustos benzetmesine ulaşıyor. algı, ozanın yaşamının deneyerek öğrendiği en deli zamanlarındaki yaşamı üzerine oturuyor. somutluğu, yaşanmışlığından ve denenmiş olmasından geliyor.
sürülüp, yağmur ve kar sularını iyice içine işlesin diye bir yıl nadasa bırakılan tarlanın o kabarmış, altı üstüne gelmiş hali, firkat ateşiyle de yanan bir yürek oluyor. ozan, yüreğini herkli tarlaya benzeterek kendi iç dünyasına ilişkin bir algıla gerçekleştiriyor. herk ve herkli tarla ve yürek üzerine oturmuş bir algılama… ozan, iç dünyasına ilişkin algılamalarını hep somutun üstüne oturtuyor. o, diyalektik düşünmeyi hep öne alıyor.
somut düşünüyor her zaman. düşünce alanı iç dünyası olunca da bu değişmiyor.
ikinci örnekte,başkalarıyla kurulan ilişkilerin yaşam kazandıran yanının hiç olmadığı/bulunmadığı gibi bir dış dünya durumu ele alınıyor. su dedikçe üzüm suyu içmenin nedeni de budur.
yine bir yaşam somutluğu algısı oluşturulmuştur. bu, ozana özgü, gibi düşünülse bile, dayandığı taban somutluk oluyor.
ben şimdi oturmuşum ya bu yeryüzüne
hani diş çeker gibi kanırtarak yalnızlığı
(lenger,s.18)
sevgilim tut elimi,uçuruma düşmek için
düşelim kurtulalım, kervandan kervancıdan
(uçurum,s.46)
bu örneklerde kişisel, bireysel bir üretim aşamasında oluşan bir algıyı görüyoruz. diş söker gibi kanırta kanırta yaşanan, eylem üzerine oturtulmuş bir kavrayışın biçimlenmesi var burada. sevgi ile
sevgili ile el ele olurken ve yaşamdam göçerken bile bir tür direnme, ayakta durma eylemine yaslanılarak oluşmuş bir kavrayış dile geliyor.
şunu söylemelim: bireysele ilişkin tavır ve eylemlerin, yaşama deneyimlerinin bile üretime yönelik algılanması, ozanın farklı yanını oluşturuyor.
yaşamı, bireysellik açısından da üretime yaslamak, algılamanın doğruluğunun kanıtıdır.
şiirin doğrusu yanlışı mı olur mu?” diyenlere selam olsun!
bir uzun hava gibi tüter durur gençliğim.
(kara kervan,s.74)
bu enkaz ve hayat
bu hayat bu enkaz
(memat s.83)
gençliğin, uzun hava olarak yaşamınsa bir enkaz olarak algılanmasının altında toplumsala atılmış sağlam bir düğüm vardır. toplumsalı uzun hava bağlamında anadolu insanının yaşamındaki acıtan,sancı veren buruk bir melodiye bağlamak; biraz daha ilerde ise uzun havanın yaşama bir enkaz olarak yansımasını y i n e l e y e r e k ortaya koymak, toplumsal bir acının altını kalınca çizip toplumsal bir üretimi vurgulamak demektir.
algılamanın bireysel ve toplumsal üretim bağlamında oluşturulması, etkin bir sosyalleşme krizmasının altını çizmek demektir. köz bunu,başarıyor. ve bu başarısını tüm yapıta yayıyor.
anam doğurdu beni, eminim bundan
taraçalı bir evdi kadından vücudu
(çiganın çocukluğu,s.9)
ovuldukça ışır gece
(sav,s.17)
bir ovanın çocukluğu, fiğ tarlası dalayan kerkenez
(mektup,70)
bu örneklerin diyalektik algılamaları gösterdiği apaçıktır.
ana ile oğul(evlat) ; ana ile ev; gece ile ışık arasında; kır insanı ile (kır )çocuğu, fiğ tarlası ve dalayan (tıpkı ısırgan gibi) kerkenez arasında kurulmuş bulunan ilişkiler diyalektik ilişkilerdir.
bu ilişkiler, niceliğin niteliğe dönüşmesi, karşıtların birliği ve yadsımanın yadsınması ilkelerinin[4] ilginç örnekleridir.[5]
algıyı, diyalektik bir tabana oturtmanın, özellikle şiirde, çok önemli bir yeri var. diyalektiği çalıştırmadan şiir kurulamaz. çünkü “insanların anlayışları,düşünceleri ,karşılıklı zihinsel ilişkileri, bu noktada onların maddi davranışlarının dolaysız ürünü olarak ortaya çıkar.” [6]
ayrıca, ananın, kadının, bir ev olarak algılanması; o evin taraçalı olması bir insan üretimidir sonuçta. gecenin ışığa dönmesi için onun ovuşturulması da aynen böyledir. fiğ tarlası ile dalayan kerkenez, bir ova çocuğunu, o ovadaki yaşam pratiği olarak var eder.
köz’ün bu bilimsel ilkeleri şiir kurarken, tüm yolğunluğu ile işletmesi, ayrıcalıklı bir yanını gösteriyor.
küçük yaşta bir kız sevdim ermeni
ermeninin kaşı gözü sürmeli
………….
benim sevdiğimin adı marisa
yetiş imdadıma hazreti isa.
(kara kervan,s.74)
kendi boğardı şehzadeleri, sedef ve kılıç,
mushaflar kadar solgun ve kadim.
(el yazısı cinayetler,s.37)
bu örneklerde tarihe yaslanan bir algılama vardır.
ilk örnek hümanizma için iyi bir örnek ve evrensel boyutları var. osmanlı’nın hala kanayan yarasıdır ikinci örnekteki algılamanın dayandığı gerçeklik.
burada da bilimin ve aklın yolunu yeğlemiştir köz.
köz’ün yapıt boyunca algılamalarını,somutluklar ve diyalektik ilişkiler üzerine kurarak şiire öylece giydirmesi bir başka farklı yanını belirliyor.
nasıl alımlıyor ?
alımlama, kişinin algılarını kendine mal etmesi ve kendine ilişkinmiş haline getirmesidir. bu işlem sırasında bireyin kavrayış ve anlayışı öne çıkıyor. içinde bulunulan coğrafya, yaşam deneyimleri, bilgi ve inançlar ve insanlarla kurulan ilişkiler, alımlamanın içeriğini belirliyor. sağlam bir algılamanın üzerine oturtulan alımlama, gerçekten şiirin de rengini, kokusunu ve tadını oluşturuyor.
ayrıca alımlama, şiirde imgenin oluşmasına da rengi, kokusu ve tadıyla aynen etkin bir biçimde katılıyor.
ova uzun,devlet dar
ham kirazlar gibi sası bir çocukluk
(kurşun, s.75)
jandarma kulun olam, bizarım ağlamaktan
(kara kervan, s.74)
örneklerinde sınıfsal ağırlık açıkça görülüyor. ham kirazlar gibi, sası sası tadı olan, (kimbilir belki de hiç tadı olamayan) bir çocukluk; hem tarihe, hem de bu insanların yoksul ve yoksunluğuna uzanan bu çığlığı ancak sınıfsal alımlama doğru olarak deyimleyebiliyor.
savaşlar, cümbüşler gırla kıyamet,
netameli bir yerdi dünya, şimdiki gibi
(bir güzellik duruyor aramızda, s.24)
köz’ün dış dünya algılaması, savaşlarla cümbüşlerin birlikteliğinin netameli olduğunu gösteriyor. o,yeryüzünü, kendisine böyle mal ediyor, böyle kendisinin yapıyor. bu, bir yorum biçimidir. ona karşı olamayız. insan düşüncesine saygısızlık olur.
şaşkın bir dağdım, kır sanırdım kendimi
(çiganın ergenliği,s.10)
ben görmekten yapılmış bir adamım
(filler gece ağlar,s.20)
bu iki örnek, ozanın bireyciliğine ilişkin alımlama örnekleridir. halkın “dalağı dişarda” diye tanımladığı bir kişi olarak görüyor kendini ve öyle koyuyor ortaya.
o, görmekten ibarettir.
bir elim dev, aklım cüce
aklım uzun dilim keçe
(sav, s.17)
dizelerindeki dev elli, cüce akıllı, keçe dilli biri olarak alımlıyor kendini.
bireyci yaklaşımı ile arasında ne kadar aynılık var değil mi?
ozan, algılarını kendine mal ederken ya da algılarını kendi malı yaparken, kendine özgü bulduğu bireyselliğine, kendine özgü yorumlamalarına, sınıfsal bir yapı vererek alımlıyor.
bu çizgiden hiç sapmıyor.
imgeye dönüştürme
algılanan ve kendine özgü bir yaklaşımla kendi malı haline gelen malzeme, artık imgelere sarılarak yeni bir dil haline gelecektir.
suya eğilmiş söğüt dallarını kırma, sana yakışır mı hay çocuk!
(hay çocuk,s.22)
uzun dizesinde, suya eğilmiş sögüt dalları ile çocuk arasında kurulmuş bir ilişki var. çocuğa “kırma!” emrinin verilmesi de bu ilişkiye dayanıyor.su ve eğilme kavramları dizede yer alınca, suya eğilmiş sögüt dalları imgesi, bir duyumsal yapıya bürünüyor. bu durum çalışılmış bir şiiri getiriyor okuyucuya.
ben görmekten yapılmış bir adamım
( filler gece ağlar, s.20 )
boynun birdenbire bir nehir
(bir güzellik duruyor aramızda,s.24)
örneklerinde ise, teorik imgeler var. bunlar somut değildir ve öyle düşünülüp alımlandıkları için bu biçimi almışlardır. ne ki teoride varolan bu imgeler, gerçekten de şiire bir başka güzelliği getiriyor.
taze mezarlar gibi kabarıyor yüreği
…………………………………
boynunda bir veysel karani poşusu, gökyüzünü
bir ceket gibi atmış omuzuna, küt kara
bir halfeti gelini, gözleri tünellerden
çıkmak ,tünellere girmek kış sabahları
(esrar perdesi,s.64)
bu dizelerde ozanın, biçimsel, hareket halinde ve duygusal damgalı imgelerini görüyoruz. bu imgeler hem şiire bir imge zenginliği ekliyor, hem de bunu diyalektikten ayrılmadan yapıyor. bu
imgeler, sanki çok kolay bulunmuş ve söylenivermiş izlenimini de veriyorlar.doğal ki bu, bir ustalığı da vurguluyor.
mekanı datça olsun ,………
bir tepede mukim şarap’nel can şaire nazire
………………
…………….
……………..
bir serinlikte asılmış iblisin ipine,
özgürlük o kimin boku püsürüyse
kuşlarla ayakkabım arasında, o zilzurna boşlukta.
(öz gürlük, s.21)
ilk iki dize, toprağı bol olsun can yücel içindir.
şimdi, şu sözcükleri yan yana yazalım: şarap-şarapnel- iplisin ipi- bok-püsür-zilzurna-öz gürlük… bu sözcükler hiçbir bağdaşıklık kurmadan böyle, yalın halleriyle bile, hemen doğrudan can yücel’i anımsatmıyor mu? çok başarılı bir düzenlemedir bu ?
işte onun bir verimi…
(öz gürlük) düzenlemesi, bu dizeleri toplumsal bir şala sarıyor. şalın rengi belki de kan kırmızısıdır… kimbilir?…(şarap-nel) düzenlemesi ise, can’ı en kestirme yoldan tanımlayan iki özelliği içiçe geçerek kabak gibi ortaya koymuştur. can, bir şarapnel gibi çarpar şiiriyle!…ve o’nu şarapnel yapan da o içtiği şaraptır! y e t m e z mi?
iblisin ipine asılmak her babayiğidin harcı mı? ama can, böyle biridir. ve cin gibidir bu yapı içinde. onu böyle özgür, özgürlükçü yapan şeyin, o göklerle yer arasında, ne ki ne ve nasıl olduğuna ilişkin doyuruculuğu pek bulunmayan ve herkesin belki de inanmayacağı/inanmak istemeyeceği/inanmak istemediği verilere yaslanan, yani bir tür bok püsür olan, ancak bir yandan da zilzurna olunmadan anlaşılamayan o boşluktur ki… onu, ancak c a n imgesi anlatabilirdi.
bu durumu çok önemli bir yere dokunarak ustalıkla gerçekleştiriyor ozan.
bu dizelerde örneklenmiş olan imgeler yeniden üretilmiş imgelerdir.
yoldaşlar, diyor nerden öğrenmişse
karanfiller gibi patlayan bu sözü
yoldaşlar, kalpleriniz küçük çarşılarınızdır sizin
mayıs sabahlarında…..
bir meydan,durmadan dağılıp toplanan bir meydan.
(77-2009 vardiyası,s.27)
küçük bir ilkokuldur senin ağzın
bütün sözcükleri kuşlardan
(öteki şiirler vı,s.45)
ozanın bu dizelerde 11.tezle gelen dünyayı değiştirme arzu ve kararlılığı var.[7] eylem ve tüm yaşam deneyimlerinin hedefinde olan da budur, budur ve bu olmalı değil midir?
nasıl şiirleştiriyor?
muarın altı hamam,kırşehir üstü kaman
dağ yürür abdal yürür,vay benim ölü amcam
(sagu,s.68)
tez gelen,ivren gelen,ağıma ataş düştü
(mektup,70)
bu örnekler okunduğunda hemen halk şiiri havasına giriliyor. hem söyleyiş, hem de seçilen sözcükler bu atmosferi kolayca yaşatıyor. sözcüklerin fonetikleri bile halk ağzı ile oluyor. bu, geleneğin kullanılmasında gerçekten izlenebilecek en doğru yoldur.ne ki böyle bir yol izlemek, geleneği sürdürmek için değil ondan yararlanarak yeni bir şey söylemek amacıyla seçilmiş olmak zorunluluğu da getiriyor. yoksa yinelemenin batağına saplanılıyor.
birçoklarında olduğu gibi.
iğnelerden uykular geçiren terzi kör rafet
ömür kesmez son makasıyla refikası ferihayı
28. yerinden vahvahlayıp…..
(mahpus,s.50)
nasılız, niceyizdir ölüm hak, hayat zinhar
…………………
………….
sana bir dağ yolluyorum bu mektupta,
üç kardeşi vurulmuş, birisin yoksul üşür.
(mektup,70)
bu dizelerde ozanın pratik yaşamı aynen yanılsadığına tanık olunuyor. pratik yaşamı şiire oturturken şiirliği elden kaçırmamak gerekiyor. bu durum, pratik yaşamı anlatan sözcükler arasında kurulacak olan bağlaşıklıklarla sağlanabiliyor. ozan da iğnelerden uykular geçiren terzi/…..refikası ferihayı vahvahyalayıpdüzenlemeleriyle bunu gerçekleştirmiştir. nasılız, niceyizdir ölüm hak sözcük düzenlemesi de bu yolda yapılmış başarılı bir çalışma olmuştur.
son örnek, ülkemizin bir gerçekliği üzerine kurulduğu için pratik yaşama ilişkin olarak düşünülmüştür; tabii dizelere sosyal bir içerik de eklenmiş olarak.
ayrıca, /ölüm hak-hayat zinhar/, /yoksul üşür/ düzenlemeleri ideolojiden de uzaklaşılmadığının başarılı örnekleridir. ideoloji, şiire bağlanmamış, şirin sanki bir öğesi gibi kullanılmştır ki bu, önemli bir ustalıktır.
aşk da bir iştir meşk de, dosta düşmana karşı
(aşkta bir iştir,s.22)
savaşlar,cümbüşler gırla kıyamet
netameli bir yerdi dünya, şimdiki gibi
(bir güzellik duruyor aramızda,s.24)
işte doğu, işte su, işte zulüm
(yılanları kemer diye kuşanan kadınlar
geçerler o zulümler arasından)
………………………….
oysa kaç ömür varsa yaşamalı insan
(yalnızlık, s.80)
alımlamaların, dünyayı ve ilişkileri değiştirmeyi ve iyileştirmeyi, insanlaştırmayı gerektirdiğini hiç gözardı etmez ve o nedenle de değiştirmenin önemine her aşamada ağıklıkla yer verir m.köz.
bu, insanın yaşama amacının hiç sönmemesi gereken korudur. ozan onu hiç kulak ardı etmiyor.
aşkı ve meşki bir iş olarak önermekten öte bellemek, insani öze yapılacak önemli bir katkı olmuştur. savaşlarla netameli bir yer haline getirilen dünyanın güzelliklerinin, aramızda durduğunu görmemek, ne büyük bir aymazlıktır !
kadınlarımızın yılanları kemer gibi kuşanmalarına seyirci kalınabilir mi?
suyu ve zulmü yan yana koymanın birini ötekine koşullamanın ne anlamı var ki bu yaşanası dünyada?
işte tüm bu dokunmalarla ve salt dokunmalarla, s a r s m a l a r l a, yaşamı ve yaşadığımız dünyayı değiştirmenin önemini yapıtı boyunca m.köz hiç gözden uzak tutmuyor. bu durum onun şiirinin ana iskeletini oluşturuyor.
sonuç olarak;
mustafa köz, çigan şiirleri son yapıtı olmasına ve çok sağlam bir ideolojik tabana basmasına ve oradan hiç ayaklarını kaldırmamasına karşın, geleneğe bağlılıkla geleneneğe karşıtlık arasında nerede olduğu belli değil; bana, belki de geleneğin karşıtlığında bir yerde durması gerekiyor gibi geliyor. yeryüzünü, yaşamı ve yaşam ilişkilerini marxsit yaklaşım içinde kavrayan ve öyle alımlayan ve bunu da öylece şiirlerine yansıtan bir ozanın yeri,başka neresi olabilirdi ki?
dünyayı, insan ilişkilerini değiştirmeyi öneren ve o konudaki duruşunu çok çarpıcı bir biçimde ortaya koyabilen biridir m.köz.
oldukça geniş ve derin bir birikimden doğan şiirinde yer yer anlamsız ve uzak anlamlı bağlaşıklıklar da kuruyor. /çam kişnemesiyle kaplanmış eski gömütlükte/; /kav tutmuş son cigara…/; /duydum masayı esnerken, ağzında bir top kağıt/ ; /kurt ile sığırtmaç,s.34 başlıklı şiirin tümü/; …gibi örneklerde sözcükler arasında kurulmuş olan ve anlamsıza çok yakın duran bağlaşıklıklar, şiirlerin alımlanmasında zorluklar çıkarıyor. köz, bunun önlemlerini alabilecek düzeyde ve birikimdedir. salt ses benzerliği sağlamanın ötesinde şiire hiçbir şey katmayan /ha la-la la/ bir zamanlar / bu kadar la s.19/ gibi ve kimi kez de mani gibi duran örnekler de var şiirler arasında.
yapıtta, söylence,sultanlık,yazyeli,ardıçkuşu başlıklı şiirler salt betimlemelerle örülmüş ve betimleme düzeyinde kalmış şiirler olarak gösterilebilir. krepçenko’nun işaret ettiği bu yapılanma, şiirde çokça yanılmalara götürebiliyor.bu durum çigan şiirlerine yakışmıyor.
m.köz’ün şiirleri, elimizi uzatınca hemen alabileceğimiz bir yerde olmalıdır.
[1] mustafa köz, çigan şiirleri, komşu y.,ist.2011.
önceki şiir yapıtları: ay düşü ,su resimleri ,yengeç sepeti, ışıkları karartmayın ç ocuklar, salıdan önceki pazartesi, sonsuzluk taşta, ateş bağı, açık yara, çan uykusu, yazıtlar.
[2] hindistan kökenli olduğu ileri sürülen, dünyanın birçok yerinde ve genellikle bohemya ve macaristan’da yaşayan göçebe bir halk. çingene.
çigan müziği, çingenelerin geliştirdikleri ve yaylı sazlarla çalınan çok hareketli macar halk müziği,(a.püsküllüoğlu,türkçe sözlük,7.baskı,can y.,ist.s.441
[3] bk.s.13
[4] f.engels, doğanın diyalektiği, sol y., çev. a.gelen, ank.beşinci baskı, s.74 ve ötesi
[5] marx-engels, felsefe metinleri,sol y.,ank. 1999,s.177 ve ötesi
[6] marx-engels, alman ideolojisi, çev.s.belli, sol y., 3.baskı, ank.1992,s.37,42
[7] marx-engels, alman ideolojisi, sol y.,3.baskı, ank.s.22