Muhsin Şener Rotating Header Image

Kusurlu Bahçede Yeşeren Şiir

 

dört dizede bir dize söylüyor  olmak şairlik midir?

                                                                                              şair değilim,sadece bir kelimeyle,hiç hırsızlıktan kurtulan

 

halen mardin artuklu üniversitesinde öğretim üyesi olduğunu bildiğim ve öğretim üyesi olmadan önce yazdığı ve yayımladığı şiirleri ile dikkatimi çekmiş olan selim temo’nun  etkisini  yadsımayan, temo’yu tanımanın kendisine  değer kattığını söyleyen m.sait  aydın’ın kusurlu bahçesi bana, kolay kolay öykünülebileceğini sanmıyorum selim’in. çünkü o şiirini,  derin köklere bağlamıştır. o kökleri bulmanın  ve onun gibi anlamanın olanağı var mı?” tümcesiyle bitirdiğim selim temo’nun şiiri için yazdığım yazıyı anımsattı.[1]

 

m.sait aydın’ın kusurlu bahçe’si[2] de kökleri derinlerde olan bir şiiri getiriyor. aydın’ın,  temo’nun şiir serüvenini ve şiir alımlamasını yaşadığı anlaşılıyor. temo ile aynı coğrafyanın ve sosyal yapılanmanın  insanı olarak şiiri,  bu coğrafyanın  toplumsallığına dayandırmayı başarmışlardır.

 

f.jameson, yeni kurulmuş ya da değişime uğramış kentlere gelenleri “kentlerin içine düşen insanlar” olarak tanımlıyor ve “ileri sürmek istediğim düşünce, yeni mekan içine düşen insan öznelerin bu evrime(yeni kurulmuş olamaya ya da değişime) ayak  uyduramadığıdır; nesnede, öznede gerçekleşen  başkalaşımın bir eşitinin eşlik edemediği  bir başkalaşım söz konusudur. henüz bu yeni hipermekanla (yeni olduğu ya da değişime uğramış bulunduğu için) aşık atacak algısal bir donanımımız yok; çünkü belirttiğim gibi, bizim algısal alışkanlıklarımız, bir bakıma,  ileri modernizm mekanı dediğimiz eski mekan türü içinde  biçimlendirilmişti. o yüzden, duygusallığımızı ve bedenlerimizi henüz düşlemeyen , belki nihayetinde olanaksız olan bazı yeni boyutlar  için yeni organ gelştirmeye  yönelik bir zorunluluğa  benzeyen  bir şey olarak  dikilmektedir karşımıza.”biçimindeki açıklamasıyla tanımladığı  “kent içine düşen insan”lardandır[3]  m.sait aydın. kusurlu bahçe’deki şiirler doğduğu, yetiştiği, okuduğu ve ürettiği, sürekli olarak ta o eskilerde kalmış olan yerlere, topraklara, insanlara, yaşamaya, eşyalara vb.vb.duyduğu özlemi ve belki bağlılığını değil ne ki bağını söylemek ve altını çizmekten hiç uzak durmamıştır. ona  yapıttaki şiirleri kazandıran nedenlerin başında bu durum bulunmaktadır. o şiirleri  topladığı yapıta “kusurlu bahçe” adını vermesi de aynı durumun bir başka yanıdır.

bunu belirtmek zorunluluğu vardır.

 

 

 

 

 

ayrıca, mekanın şiirinin  oluşmasındaki etkisine ilişkin olarak nesnenin kendisinden daha çok, “ruhunun betimlenmesi” olarak bir tanım getirmiş olan maulpoıx[4], geleneksele ve tarihsel yapılara

ve yörelere ilişkin salt betim düzeyinde kalmış şiirler yazılması gerçeğinin altını, bir başka noktadan bakarak,  krepçenko’nun “betim düzeyinde kalmış şiir” tanımlamasına sanki atıfta bulunmaktadır.

 

bu konunun geleneksele, tarihe, mimariye yansıyan yanlarını da unutmamak gerekiyor.

aydın, kusurlu bahçeyi  o ses, o koku, o bahçe ve o apartman olmak üzere dört bölüm olarak düzenlemiş. aydın, şiirini bu bölümlere ayırırken  o alanlarda yaşadıklarını  sanki   bir flaneur[5] gibi algılamış görünüyor. o içinde yaşadığı  bahçenin, o bahçede  yaşayanların , dolaşanların ;  o  insanların kokularının ve seslerinin ona yaptığı etkileri şiirinde görmemek olanaksız

 

yapıt yayımlandıktan sonra, m .sait aydın’ın okuryazar tv ‘ye verdiği  röportajda ;

 

“ savaş çocukluğu bitirir. savaşta herkes aynı yaştadır.”

“dilin o kadar mukdetir olmadığını düşünüyorsam da … “

“politikadan münezzeh bir şey olduğunu düşünmüyorum.”

“kesin olan müziksiz düşünmediğimdir.

 diyor.

 

kendisiyle yapılan ve  yasakmeyve’nin 54 . sayısında yayımlanan görüşmede ise:

 

 “modern zamanlar eleştirisinin içinda tehlikeli bir ‘yeni muhafazakarlık’ olduğunu düşünüyorum.”

“ben şiirden hala medet umanlardanım”

“ben yüksek sesle okunan şiirleri önemsiyorum. mısra düşürmek gibi bir niyetim yok ama biçim araştırmalarının bir şeylere karşılık geldiğini düşünüyorum.

t.uyarın divan’ında denediği şeyleri müthiş önemsiyorum bu duyguyu, o denemeyi, o denemenin şimdiden bakınca bile acayip sonuçlarını da .”

“bütün duygulanım alanım ‘kendim’ olursa, kalemin kağıdın çok kıymeti kalmaz diye düşünüyorum safdil ‘geçmiş özlemi’ nden de durmaksızın söz etmek istemem .”

 

diye ekliyor.

 

kendisini bir fleneur gibi algılamasına neden olan  çalıştığı, ürettiği ve yaşadığı yerlere ve oralarda kurduğu insani  ilişkilerinin kokusu ve sesleri onun bilincini ve dilini oluşturmakta çok öne çıkıyor.

 

denizin ortasında feryad etsem dilimi bilen yok

feryad edecek olsam  konuşmam yok, deniz yok

(örtü,s.24-25)

 

dizelerinde  bu yapılanma çok açık olarak görünüyor.

 

şiirin başlığındaki “örtü” sözcüğü de  böyle bir işlev taşıyor. birşeyleri örtüyor, birşeyler… o birşeyle-

rin üstünü örten ö r t ü onun fotoğraflarını, giysilerini, bağırmalarını, söylediklerini, inançlarını, şiirlerini, bağırmalarını, ağlamalarını, söylemlerini, izlediği filimleri, (kirli) dilini, çalışkanlıklarını, tembelliklerini… örten  bir örttüdür. o, bir alegorik öğe olark yer alıyor şiirde. ne var ki bu öğe,  ozanın yaşadıkları ile  gitmek ve yaşamak zorunluğu ile karşı karşıya olduğu yerlerdeki  yabancılığını ve o yabancılığın geribildirimindeki  birikimlerini olduğu gibi ortaya getiriyor.

 

şehirlideğilimlirikdeğilimşehirlideğilimlir

(katl,s.35)

 

dizelerinde bu yabancılık, jameson’ın tanımladığı durumu açıkça ortaya koyuyor ve  hem şiire yansıyan bir biçim olarak hem de sözcüklerin bağdaşıklığının getirdiği anlamsal yük olarak zirveye çıkmış bir şiirsel çaba oluyor. bu biçimsel  ve anlamsal yapılanma ile aydın, 21.yy.insanının düştüğü  uçurumu ve yanlızlığı ne güzel koyuyor ortaya…

 

kahvenin nereden geldiğini bilmezmişiz, ufkumuz türkülermiş git git

(kahve kokusu,s.43)

 

ellerini çekme reyhanın üstünden.senin ellerin şehirde de senin ellerindir çünkü

(reyhan,s.47)

 

ben hiç çiçek bilmem ki

(güzel ağam,s.57)

 

bir risale aklımdaki, bir ders belki, sağdan sola yazılmış harflerin üzerinde

(susmamak,s.50)

 

alıntılarında  o eskilere uzanan ve unutulmamış/unutulmayan/unutulamayanların  etkinliği çok başarılı biçimde vurgulanıyor.

 

ayrıca, değişimin  içeriğindeki ağırlıkların neler olduğunu da açıkça görüyoruz. o ses, o koku, o bahçe unutulmuyor, unutulamıyor. ne kadar değiştim/değişiyorum, hele hele değişiyorum ve gelişiyorum

 

 

 

denilse de bu değişim ve gelişim söylendiği gibi olmuyor/olamıyor… o değişimin, gelişim olabilmesi için gerekli koşullar oluşmamış…oluşturulmamış. ya da oluşan koşullar bir değişimin de ve ardından beklenen bir gelişimin de gerçekleşmesine yetmemiş. yetemiyor.

 

aydın, şiirden belki de bu yüzden “ümidini kesmemiş”tir. öyle sanıyorum…şiirin, sözü edilen bu değişim ve gelişimi daha kısa süre içinde gerçekleştirmede  çok etkin olacağını düşünüyor .

 

aydın’ın yürümekte olduğu bu yol doğru bir yoldur.

 

şiirle yapılan/yapılacak olan  her türlü direnmenin ve karşı olmanın etkinliği, daha da yukarılara çıkaracaktır  başarıyı.

 

“ufku türkü olanların;

“ellerini reyhanın üstünden çekmeyenlerin;

“çiçeği tanımayanların;

“sağdan sola yazılmış bir dersin”

unutulmaması mı, yaşanmasının sürdürülmesi mi,mi…mi…mi??…

 

bu konuda artık bir karar verilmesinin altı kalınca çiziliyor.

 

iyi de yapılıyor…

hem şiir var orta yerde hem de toplumsal…

 

aydın, bunu şiirinde gerçekleştiriyor.

 

bir oyun hatırlıyorum çocuktan, bahçeli çocukluktan

……

ah silinsin diye beklediğim o çok şeyler

 

o bahçe satıldı şimdi

sana,

gel bahçem ol desem

şairlik sanılacak.

sanılsın:

gel bahçem ol. gel,bahçem ol.

çocukluk bahçesi

(bahçeli çocukluk,s.67,69)

 

 

 

 

ne denli “gel bahçem ol!” diye feryad etse de o eski bahçe yoktur artık. ne ki o bahçe aynı zamanda unutulamıyor…

”silinsin” diye bekleniyor, ne ki silinmiyor,silinemiyor…

 

bu “yitmeme-silinememe” durumu, bir bilinçaltı olarak ele alınıp incelenebilir mi? sonuçta ozanın eskiye, duvarın öte yanında kalmış olanlara bağlılığını mı ortaya koymuş oluruz? ,

tam bu noktada aydın’ın durumunu nasıl açıklamalıyız?…

 

aydın’ın şiirinin,  bilinçaltını deşen ve orayı şiirinin alanı yapan bir ozan olduğunu söylemek, durumu çok basit bir nedene bağlayarak açıklamak olurdu diye düşünüyorum. çünkü aydın’ın, şiirinde  kendi

biliçaltı ile kurduğu görülen ilişki onun,  toplumsal ile olan ilişkisinin tutkalı oluyor. bu bilinçaltı malzemeyi o, bir araç olarak kullanıp toplumsalda  nelerin, nasıl yaşandığını anlatmak için kullanıyor.

 

bu, bilinçaltının insanı oluşturmasındaki önemini ve belki de değerini yadsımak değildir. o malzeme  insanın oluşmasında doğalki etkin oluyor. ne ki bu değildir yapılmak istenen. bu malzemenin  toplumsaldaki sorunsallığı ortaya koymakta kullanılmasıdır amaç. bu amaçla kuruyor şiirini aydın .

 

günlük dil şiire nasıl girer?

 

günlük ilişkilerimizde kullandığımız dil, işlevi gereği  iletişimi en doğru biçimde  ve en etkili olarak aktarmayı amaçlar. bu dil, öyle pek düşünülmeden ve kimi kurgulara bağlanmadan kurulan, kullanılan bir dildir. bu dille şiir yapılabilir mi?

ilk bakışta şiirin dili ile günlük dilin çeliştiği apaçıktır. şiir dili,  yeni ve öznel bir dildir. ve sözcüklerin bağdaşıklıkları derin derin düşünülerek ve kimi dilbilim olanakları da kullanılarak  oluşturulur. şiirin dilinin yeni ve kendine özgü olması, onun derinlik taşıması ve okunur okunmaz anlamını açmaması gerekir. böyle olunca şirin dili ile günlük dilin bir arada düşünülmesi bile  zordur. hatta yanlış olur da diyebiliriz.

 

ne ki aydın, şiirinde günlük kullanım dilini, bu dilin basitliği ve çıplaklığına karşın, onu şiirine alıyor. o dille şiir kuruyor. üstelik ona derinlik ve şiirlik de yüklüyor. hiç yadırgatmıyor. basit göstermiyor. aksine tüm ağırlığı ile etknlik sağlıyor.

 

bu işin altından nasıl kalkıyor aydın? şimdi ona bakalım:

 

……insan çoğu zaman alışkanlık

kalkıp toparlanmam kalkıp ağlayarak koşmam

(süt,s.21)

 

 

susmak diye bir şey var ya bağırmamak?

sonkiüçdört:bağırmaktan geliyorum.

(bağırmamak,s.52)

 

iki ismim var, içinde hiç ali yok

….

……

binbir kere adım ali benim

adım binbir kere ali.

(güzel,86-87)

 

eğer ben o şarkının bittiğini bulursam, benzetmeyi de

orada bağıracağım bildiğim bütün harfleri kullanarak

(figan,s.19)

 

bu alıntılarda günlük kullanım dilinin  şiire nasıl yansıdığını görüyoruz.

oturmak, kalkmak, ağlamak, bağırmak, ağlıyarak bağırmak….bunlar alışkanlıklarımızdan bazıları. bunları bir sınır  olmadan yaparız. ne ki alışkanlık haline gelmiş olan bu davranışları /sonkiüçdört:bağırmaktan geliyorum/ biçimde bir dize haline getirdiğinizde bu  davranışınızın, pimi çekilir çekilmez patlayan bir bombaya döndüğünü görürsünüz. “susun, konuşmayın, kalkmayın, ağlamayın, bağırmayın, hele ağlayarak hiç bağırmayın!” denildiğini düşündünüz mü hiç?

işte o durumdur “birkiüçdört’sözcüklerini bitişik yazarak o patlama noktasını vurgulamak!…

 

öte yandan, /bildiğim bütün harfleri kullanarak bağırmak/ gibi bir bağdaşıklığı  dize içine yerleştirdiğinizde, bağırma alışkanlığınızı “çığlık”a çevirmiş olmuyor musunuz?

bağırmak, çağırmak, haykırmak… falan derken dipdiri ve dinamik bir şiir dizesi oluşuyor…

 

günlük dilin şiirde  güçlü kullanımı gerçekleşmiş oluyor.

 

/içinde ali olmayan binbir isim/ de hemen ardından,  /binbir kere adım ali benim/ direnmesiyle karşılanıyor.

o da yetmiyor; /adım binbir kere ali/ yinelemesiyle  direnme doruğa çıkarılıyor.

 

/ali/ binbir/kere/ sözcüklerinin yinelenmesinden kurulmuş bir iki  şiir dizesidir üstünde çalıştığımız.   ve bu sözcükler günlük kullanımlarıyla şiirde yer alırlar.

 

ne ki direnmeyi de  ne vurgulu söylüyorlar!…

 

konuyu inanç etnisitesi bağlamında ele aldığınızda söylenecek o kadar çok söz var ki…

 

bu bağlamda “binbir kere ali” olanların anlaşılmaları…kavranmaları…kucaklanmaları…hak-hukuk

düzleminde ontolojik durumlarının temize çekilmesi…velhasıl, d i n l e n m e l e r i   ve   a n l a n m a

l a r ı gerektiği hiç unutulmamalıydı?!…

 

ayrıca,,”insan kendi değerinin ve kendisinin değerli bulduğu şeylerin kabul görmesine ihtiyaç duyar. buna kendine saygı deniyor….hegel’e göre onurlu bir insan olarak kabul görme isteği insanlık tarihinin başından beri insanları ölüm-kalım mücadelelerine sürüklemiştir. bu mücadele sonucunda efendi-köle ilişkisi oluşmuştur[6]

fukuyama’nın  hegel’e yaslanarak  açıkladığı bu soyal yapının yansımalarını aydın’ın;

 

zındıkların da adı diyalektiktir bomonti’de

ankara’da ben çok zıtlık ben hiç bomonti

mürekkep mavi,bardak sarı gözler büyük

(yol, s.59)

dizelerinde hem çok değişik bir söylem olarak hem de içeriği dopdolu bir  anlamsal yapı olarak yer alıyor.

aydın, bu toplumsallığı günlük dille ne güzel oraya koymuştur!…

 

benim annem bir kokuydu

geniş bir nevresimin anlattığı

bütün avlulardan sonra

eteğine sığındığım

işlenmiş tütün kokusu ve de

-düğüm-

………..

hadi anne ben unutmak istiyorum senin eteğinde

bildiğim her şeyi

öğrendiklerimi de

bahçada güller açtı gidek havuz başına

 

benim annem bir kokudur

-düğüm düğüm-

(davet diyen o ses,s.14)

 

 bir koku olan,  bir nevresimin anlattığı, eteğinde oturulmak istenen anne… bu sözler üzerine kurulmuş olan bu şiir, m.sait aydın’ın günlük dili şiirine hiç de yadırgatmayacak bir biçimde oturtmasının en güzel örneklerindendir.

 

 

 

aydın’ın kusurlu bahçede şiiri nasıl yeşerttiğini, bunu nasıl başardığını  örneklemeye çalıştım.

 

kusurlu bahçe’deki zaaf, figan, tereddüt, örtü gibi kimi şiirler için metin incelemesi de yapmak istiyorum.

 

m.s.aydın’ın şiirini izleyiniz.

pişman olmayacaksınız.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] M.şener, kökleri derinlerdeki şiir, yasakmeyve dergisi,7.sayı.

 

[2] M.s.aydın, kusurlu bahçe, şiirler, 160.kilometre y., ist.2011

[3]F.jameson, kültürel dönemeç, dost y, ankara,2005,s.22

[4] M.şener, ag yazı.

[5] Flaneur, göçebe, gezgin demektir.w.benjamen,pasajlar adlı eserinde “bu aşağılık dünyada kaybolup gitmiş, kalabalıkta itilip kakılan  biri olarak, gözleri geriye, yılların derinliğine  baktığında , yanılsamalardan ve acıdan başka bir şey göremeyen , özünde ise ister öğrenilecek bir şeyler , ister aracı olarak hiçbir yeni içermeyen bir fırtınanın bulunduğu yıpranmış bir adam…” s.214

[6] F.fukuyama, tarihin sonu ve son insan, simavi y.,deneme-inceleme dizisi, s.16, ist. Tarihsiz.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>