AB ile görüşmelerin 3 Ekim 2005 günü başlamasına karar verildi ve O. Rehn’in hemen Ankara’yı ziyareti ile birlikte görüşmeler başlamış bulunuyor.
Osmanlı Beyliği Batıya ulaşmayı, kendi önüne bir ana amaç olarak koymuştu. Bu yolculuk Tarih kitaplarında “Rumeli’ye Geçiş” başlığı altında anlatılır. Bu yolculuğun dayandığı ana düşünce, Batı’nın olanaklarını ele almaktır.
Osmanlı Beyliği ilerde Anadolu’nun egemeni olurken yanı başındaki Avrupa’yı görmezlikten gelememiştir. 1353’te Rumeli’ye geçen Türkler ta Viyana’ya kadar gittiler. İslâmiyet’i oralara götürürken oralardaki yaşamın kimi yanlarını da alıyorlardı.
Ne yazık ki Osmanlı Devleti kuruluş döneminin ardından gelen yükselme ve duraklama gerileme dönemlerinde Avrupa’nın Dev adımlarla ilerlemesinin altında yatan nedenleri doğru biçimde değerlendirememiş; Avrupa’yı egemenliği altındaki topraklar olarak görmeyi çok uzun zamanlar sürdürmüştür.
Osmanlı “Ben Rumeli’nin, Mısır’ın……Sultanıyım!… Sen ki Fransa vilayetinin kralısın!…” ifadesindeki küçümsemeyi sürdürmüştür altı yy. boyunca.
Atatürk ve arkadaşlarının yapılandırdığı yeni Devlet Türkiye Cumhuriyeti, böyle bir düşüncenin üzerine kurulmuştur. Ne ki onlar savaştıkları emperyalistleri hep öyle görmenin bir yararı olmadığını/ bulunmadığını doğru hesapladıkları için cumhuriyeti kurunca hemen onlarla siyasal, ekonomik, kültürel ilişkiler kurmayı ilk önemli görev saymışlardır.
Atatürk’ün ulusuna verdiği nihai hedefteki “ muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak…” kavramı tüm yanlarıyla o Avrupa’yı kavrıyor ve kapsıyordu.
Onlar Rönesans ve Reformlarla ta 15 ve 16. yy.dan beri hem insan kavramında yepyeni bir bakış ve o bakıştan yürüyen yepyeni bir derinlik kazanmışlardı.
İnsanların görevleri kadar hakları da bulunduğunu;
bunun güvencelerinin yine insanlar tarafından saptanıp uygulanmasının izlenmesi gerektiğini;
yeryüzü olanaklarının insanlar arasında eşit paylaşılmasının ve bu paylaşımın garantilerinin de yine insanlar tarafından saptanıp uygulanmasının icap ettiğini;
tüm bunları izleyip daha iyi düzeylere taşıyacak yönetimlerin oluşması için büyük ve derinlikli sosyal hareketler düzenlendiğini ve düzenlenmesini sürdürdüklerini…..
kavramamız çok geç olmuştur.
Giderek aramızda, Niyazi Berkes’in deyimi ile en az “ 200 yıllık” bir farklılık oluştu.
Bilgi çağı ile birlikte bu farklılık belki de bir yy. daha açılmıştır.
Bugün, 3 Ekimde başlanan AB görüşmeleri bu farklılığın sıfıra indirilmesini sağlayacak yeni ilişki biçimleri ile bu ilişkilerin derinleşmesini gerçekleştirecek ortamının oluşturulmasını hedefliyor.
Eğer bu kez de Türkiye Avrupa’yı yanlış değerlendirirse bir daha bu olanak eline hiç geçmeyebilecektir.
Avrupa ile arasındaki en az 300 yıllık arayı kapatmak için buna şiddetle gereksinim vardır.
Kim ne derse desin.
3 Ekim bu olanağı kazandırmıştır.
Elde edilenlerle, elden kaçırıldığı ileri sürülenler arasında somutluklar bakımından hiç benzerlik bulunmuyor. Elden kaçırıldığı ileri sürülenlerin somut hiçbir yanı yoktur. Oysa AB ile Türkiye hız alacak ve zenginleşecektir. İnsanlarına daha çok özgürlük alanları açabilecektir. Bilimsel düşüncenin egemen olduğu, araştıran, inceleyen ve eleştiren kuşakların yetiştirilme olanaklarına kavuşacaktır.
Giderek, çehresi değişen bir Türkiye, Çağdaş uygarlığın en önlerinde büyük bir genç nüfusla yürüyor bulacaktır kendini
Kim ne derse desin. Bu er ya da geç gerçekleşecektir.
3 Ekim bu hedefin sımsıkı yakalanmasıdır çünkü…