Şiir ve onun bilgibilimine ilişkin kimi sözler üzerinde durmak gereği ortaya çıktı son günlerde.
1.
Dize’nin 46.sayısında Adnan ÖZER, “Kuramsal bilgelik şiirde poetikayı oluşturur, işaret eder” diyor.
Kuramsal bilgi, o bilgi alanının kuramına(teorisine) ilişkin bilgi demektir. Böyle bir bilgi temelde bulunduğundan önemlidir ve esas bilgidir. Öteki bilgiler bu bilginin üstüne kurulu olur. Ve tabii kuramsal bilginin doğruluğu ölçüsünde de doğru olurlar. Bilginin bir tür temelidir de denebilir böyle bilgiye. Tabii güvenilir bilgidir o.
Özer’e göre, kuramsal bilgi şiirde poetikayı belirliyor. Ya da kuramcı birinin ozan olduğunu düşünelim, şiirinde bu kuramsal bilgeliği açıkça görünür; okunur diyor. Filozofun felsefesi şiirde hemen görünür, okunur der gibi. Bilginin ‘kuramsal olması’ Özer’e göre önemli oluyor belki de…Kuramsal bilgiye bir öncelik tanınmış görünüyor. Örneğin, diyalektiği iyi bilen bir ozanın şiirinde bu, açıkça görünür; okunur. Bu kuramsal birikim şiirin poetik yapısına doğrudan etki eder.
Ne var ki kuramsal bilginin dışında, örneğin pratik bilginin şiirde yeri olmayacak mıdır? gibi bir soru hemen kıvrılıyor. Bilginin yaşamsal olanıdır pratik bilgi. Onu kullanır ve onunla yaşamımızı sürdürürüz. Böyle bir bilginin şiirde yeri olmamalı mıdır?
Öyle sanıyorum ki yukarıya alınan söz biraz ölçü kaçırılarak söylenmiştir. Pratik bilginin ayrıntılarda yer alan şiiri az bir alan mı kapsıyor sanıyorsunuz? Ayrıntılarda gizlenmiş nice şiirler bulunmaktadır ve o bulundukları yerden alınmayı beklemektedir. Pratiğin getirdiği olanaklar sonsuzdur.
Özer bilginin, şiirin oluşmasındaki yerinin kalınca altını çiziyor. “Ozan bilmek zorunda değildir” diyenlere de yanıt veriyor böylece. Şiirin bilgibilimle ilişkisi gözardı edilebilecek bir ilişki değildir.
2.
Şiirin kurgusu bir mantıksal bütünlük göstermek zorundadır. Bu bütünlük hem anlam hem de o anlamı oluşturan sözcüklerin uyumundan kaynaklanıyor. Birbiriyle çelişmeyen uyum halindeki sözcüklerin ve anlam kümelerinin sıralanması gerekiyor şiirde.
Bu yapının tam tersini önermekle şiirde ‘şaşırtı’nın dipdiri tutularak her an sanki bir bomba patlatılıyormuş gibi okuyucu üzerinde derin bir etkilenim oluşturmak sanıldığı gibi doğru bir şey değildir. Okuyucuyu her an bir şaşırtı ile karşı karşıya bulundurmak,sav sözler ileri sürmek, garipsenebilecek anlamlar üzerinden şaşırtıdan şaşırtıya atlanarak bir şiir kurmak hem o denli kolay olmuyor hem de şiirin anlamsal yapısını zedeliyor.sarsıyor.
Örneğin:
/dağın hareminde doğan çocuklar/dağın eteğine gömüldüler/acıyı soğutur diye sığınmıştık dağlara/ yaşadıkça yalınlaştı acılarımız/;
/Iskalamasın geceleri ay bizi diye/güneşe uzattık kara ağaç gölgesini/ içimizde şiirler ,türküler dolaştırıp yatıştık/anladık ki her ağacın mülkü gölgesi kadar/(Mansur Balcı, Kış Gitmeden Yaz Geldi, Dize, Haz.56.sayı)
dizelerinde,“dağ”la ilgili olarak beş eylem sıralanıyor önce, “doğmak/ gömülmek/ soğumak/sığınmak/yalınlaşmak”. Bu eylemler ilk bakışta bile birbiriyle çelişir durumdadırlar. Doğmak’la gömülmek tam karşıt iki eylem. Sığınmak eylemi ise hem doğmak’la hem de gömülmek’lekarşıtlık içindedir. Sığınmak, yaşanırlık içinde geçerlidir .Sonra, soğutur eylemi ile yalınlaştı eylemi aynı anlama gelmiyorlar. Yakınlıkları bile yoktur. Oysa, “dağlara sığınma acıyı soğutmak” içindir ve sözü edilen bu acılar yaşadıkça yalınlaşmaktadırlar. Yani bir tür soğumaktadırlar.
Öte yandan, “ayının ıskalamasına” karşı alınan bir önlemdir “kara ağaç gölgesini güneşe uzatmak”. Ayın bizi ıskalayarak görmezden gelmesi, güneşe gölgeyi uzatarak önlenebilecek midir? Ay, geceye özgü, güneş ise gündüze…Çelişki buradan başlıyor. Güneşin etkinliği birkaç boyutlu, ayınki ise bu boyutlarla karşılaştırılamıyor bile. Öyle anlaşılıyor ki güneşe uzatılan ağacın gölgesi de bir işe yaramıyor… Güneş, ayın ıskalamasına ancak mülkü kadar, gölgesi kadar karşı durabiliyor.
Arkasından ıskalamak sözünün ayın ve giderek güneşin getirdiklerinden mahrum olmak anlamına nasıl alınabileceği sorusu geliyor. Bu kavram yerine oturmuş değildir.Böylece de dağınıklık daha bir belirginleşiyor.
Sonra, “içimizde şiirler,türküler dolaştırarak” nasıl yatışabiliriz? Anlamak zor. Belki şiirler,türküler düşünerek, söyleyerek öfkemizi daha da artırabiliriz. Şiiri ve türküyü algılama biçimimizi de ele veren bu yaklaşım bugün türkünün toplumsalımızda düzeyini,yerini de gösteriyor. Türkü ne olursa olsun, onunla şıkır şıkır, kıvırta kıvırta oynanır ancak. O oynanmak için değil midir?.. Herkes, herşeyle oynuyor!.. Niçin oynuyor? Nasıl oynuyor?!.. Ne ki oynuyor!..
Şiirin bir başka yerinde / dağların eteğine gömülmeyen çocuklar/ dizesi yer alıyor. Oysa şiirin yukarıya alınan ikinci dizesi /……çocuklar/dağın eteğine gömüldüler/ dizesidir. Bunun nasıl olduğunu açıklamak olası görünmüyor. İki şey aynı anda olamaz denilmiştir. Hemen bu dizelerden sonra gelen/gelip şehrin girişini yumrukluyorlar/dağın cevabını taşıyan doğu döğmeleriyle/ dizelerinde şehrin kapılarını yumruklayanların doğu döğmeli olduklarını söylerken, aynı çocukların dağın eteğine gömülmelerinden söz etmek önemli bir çelişkiye düşmekten başka birşey değildir.
M.Balcı’nın bu şiiri başka konuları da düşündürüyor.
/kara ağaç gölgesinde toprak döl vermez/….her ağacın mülkü toprağı kadar/ gibi sözler şiire özgü sözler değil.Çünkü bu sözlerin boyutluluğu yoktur.Bunlar bizde atasözü diye anılan ve söz toplamlarında çok geçerli olan yaşam ilkelerini belirleyen sözlerdir. Doğruları dile getirirler, ne ki boyutlu olamazlar.İşlevleri gereğidir bu. Böyle söz gruplarını şiirde kullanmanın onu kısırlaştıracağını düşünüyorum.
Bu şiir yeni ozanı da yeni. Şiir evrenimizde etkinliğinden şimdilerde söz edilmiş değil. Şimdi bu durumda olan bir şiirin ve ozanının ele alınıp şiiri üzerinde durulmasının yararı nedir? diye sorulabilir.
Ben bunu hep yapıyorum. Ve severek yapıyorum.
Önce,gençlerin yaman bir şiir meraklısı olduklarını biliyorum. Onların bu meraklarının doyurulması için yapıyorum bunu.
Sonra, onların doğru ile karşılaşmalarının ne kadar önem taşıdığını bildiğim için yapıyorum bunu hep. Onlara şiirbilimden söz etmeye özel önem veriyorum. Şiirin bilimsel bir taban üzerinde oturduğunu bilmelerinin şiire başlarken çok gerekli ve çok önemli olduğunu bildiğim için hep böyle yapıyorum. Güzel görünen sözleri yan yana getirmenin şiir olmadığını, daha ilk sözcükleri sıralarken onlara göstermenin ve nedenlerini açıklamanın onların gelecekteki yollarını apaydınlık edeceğini düşündüğümden böyle yapıyorum.
Ve tabii şiirin insan bilincinde diyalektik ve estetik bir yapıyı oluşturmada gerçekten yadsınamayacak kadar önemli etkisi olacağını bildiğim için yapıyorum bunu. Herşey şiir için derken salt şiirin herşeyi çözebileceğini değil, onunla insan bilincinin doğru oluşacağını bildiğim için böyle yapıyorum.
Çok da iyi ettiğime inanıyorum doğrusu!..