Muhsin Şener Rotating Header Image

Özer TURAN’ın Talan’ı

çekiç olmuyorsa sözcükler  “bir şiir neden yazılır”dı

 

talan’ı[1]  2011de yazlıkta gördüm. turan, yapıtını yazlıktaki adresime göndermiş.  hemen aydın’ı(aydın şimşek)aradım.. turan’la beni buluşturmasını istedim. yapıt kanguru yayınlarından  çıkmıştı. ne yazık ki bu güne değin buluşamadık.

turan’ın şiirinden etkilenmiştim. ancak bu yazı  şimdi yazılabildi.

 

kendine özgü şiir yazabildiğini bu yapıtında açık seçik gösteriyor,turan. bu noktaya gelmenin ne denli yolalmayı gerektirdiğini ozan takımı çok iyi bilir. ozan olmanın ilk ve önemli koşulu da bu değil mi?

 

/horonlar döküldü omuzlarından/

 

bakma bana öyle ey uçurum dilberi

 

/kumrular uçtu ya  kıyılarımızdan/

 

 gayri iflah olmaz ömürlerimiz

 

/sulara düştü firuze hançerim/

 

ateşe damlar su sesi anason akar penceremden

 

/kuzeyin asi prensi,s.7-48);

 

aşkın homurtulu tarihinde  zincir ve kelepçe

ersaret günlerindeyiz

 

(ateş böcekleri,s.61)

 

 

/horonları omuzlardan dökülmesi

/uçurum dilberi/

kıyılardan kumruların uçması/

firuze hançerin suya düşmesi

/su sesinin ateşe damlaması ve pencerelerden anason akması/

aşkın homurtula tarihi/

ve bu tarihimn zincir ve kelkepçe olması/

 

turan’ın kendine özgü yazışının tanıkları gibi algılanabilir.

 

şiirde,bir imgenin,  bulunduğu mekanda ne söylediği/ne söylemek istediği değil, salt kendi başına birşeyler söylemesi, çağdaş sanatın belirgin özelliklerindendir.[2]

örnek olarak alınmış olan dizilerde söylenenler  tek başlarına bir söylemi yapılandırmaktadırlar. bu söylemlerin,  bir müzik yapıtının dinleyenlere geçmesi ve onları etkisi altına alması olarak dillendirlen durumu da kapsadıklarını  görüyoruz.

hatta bu örneklerde  açıkça betimler vardır. o betimler  salt betim olarak kalmıyorlar. okuyucuya da geçiyorlar. tıpkı dinlenen müzik nameleri gibi.

 

 

 

 

 

 

horonlarla,

dilber ve uçurumla,

kumrularuın uçması ve ömrün artık iflah olmaması,

suya düşen firuze

hançerin ateşe damlayan su gibi anasonun pencerelerdn akması,

homurtula aşkın zincir ve kelepçe olması

 

gibi betimlerin  altını kazımayı  kulak ardı etmiyor ozan. iğneyle de olsa bu kazıyı  gerçekleştiriyor. ,

bu betimlerin tek başlarına  şiir okuyuıcusuna söyledikleri ile yetinilmeyerek bu durumların duygu dünyamızdaki yansımalarının da altını çizmek,  şiiri yakalamak bakımından çok önemde ve önde  bir iştir.

 

bu şiirsel yapılanmaya, bir de toplumsalı ekleyebilirseniz şiir adeta tatlanır.

 

 

turan şiirlerinde buna önemle yer vermiştir.

 

 

hindistanı işgal edenler

altı yüz bin dokuma işçisinin

parmaklarını kestiler

medeniyetti bunun adı

m e d e  n i  / n i  y e  t

 

(s.21)

 

 

çölde açan çiçeklere benzer rengarenk sesleri

kalbime üşüşen yoksul çocukların

 

(s.27)

 

 

 ne çok utandım kanlı tarihten

 

(s.25)

 

ezilmiş halkların özengisinde

yeryüzünün bütün halkları kardeş olsun diye

kendi ekseninde dönüyordu fırıldak dünya

 

(s.23)

 

 

toplumsalın içinde çok belirgin bir biçimde çizilmiş tablolar sanki bunlar.

 

medeniyetle medeni/niyet;

 

çölde açan çiçekle yoksul çocuk;

 

kanlı tarih;

 

fırıldak dünya ile kardeş olmak

 

arasındaki karşıtlıkların   diyalektiği,  insan ve topluma yapılmış haksızlıkların diri diri belirtilmesinden başka bir şey değildir.

karşıtlıkların bu diyalektiği, turan’ın şiirine güç katıyor.

hele ezilmişlerin özengisinde  ayağa kalkılarak yaratılıyorsa bu çelişkiler mutlaka çözülmelidirler.

ozanlar bu karalığın altını kalınca çizerek ortaya koyabilirler ancak.

 

onlardan bunun ötesinde bir şey beklemek olmazdı.

 

turan, bu toplumsal  ve uzantısında evrensel  diyalektik karşıtlıkları  yer yer  şirinin içine serpiştirerek  şiirsel anlatımı bir açmazdan da kurtarmış oluyor.

 

 

 

 

 

 

seçtiği bu yöntem turan’ın  /çekiç olmuyorsa  sözcükler/ “bir şiir neden yazılır”dı/ gerçekliğine  aykırı düşüyor

sanılmamalıdır. şiirin içine serpiştirilmiş toplumsal ve evrensel gerçekliklerin  ayrı ayrı ele alınarak

işlenmesi şiirin işi değildir ve hiç  de olmamıştır/ olmamalıdır.

sorunu ayrıntılariyle ortaya koymaya şiir yetmez.

neye yeter şiir ? salt o gerçeklikleri,  varyozla bilinçlere kazımaya!..

bu, öyle bir kazımadır ki insanın gözlerini faltaşı gibi açar! ,

 

bu işi şiirden başkası da yapamaz!

 

o nedenlerle turan’ın şiiri başarılı bir şiirdir.

 

 

 

turan’ın şiiri çalışılmış bir şiirdir.

 

şiirlerinden alınan;

 

 /kadavra zanmanlar s.55/

/ eflatun  zamanlar s.54/

/zulum zamanlar s.42/ 

/eskil zamanlar s.39/

/ ardışık zamanlar s.33)

 

/havadaki nikotin s. 54/

/ tütün kokan sokaklar s.53/

/ tütün kokusu s.62/

/ nikotin neferi s.64/

 

 

kavramları,usa gelivermiş de şiirde öyle alınmış şeyler mi?

bunlar, düşünülüp çalışılmış kavramlardır ve derinlikleri de her okuyana göre ayrı boyut içeriyor.

 

 

öte yandan turan ,barışcı bir yaklaşım içindedir. bu, onun şiirinde çok belirgindir.

 

 

kalbim benim/çiçekli bahçem/sevgi yumağım

(s.45)

 

 

and dağlarında bir yiğit ölse

hiyerapoliste ağıt yakar nergisler

(s.16)

 

 

bireysel ve  evrensel iki boyut da var şiirinde,barıştan yana yaklaşımını gösteren. sevgi yumağı bir yüreğin,başka bir yanı yoktur ki… sevgi, bir yumak olarak sarmıştır o yüreğin tümünü. onu çözdüğünüz zaman,  sevgi sökün edecektir.

and dağları ve hiyerapolis… biri dünyanın bir ucunda, öteki anadolu’da. bu durum, evrensellik boyutunu belirliyor. bireyselden evrensele çizilmiş kalın bir çizgidir bu.

and dağlarına yansıyan bir acı denizli’de beyaz kentin nergislerine dek yansır.

salt o kadar da değil;  nergisler ağlar,ağlar!

bu ağıt sevgi yumağının çözülen ipliğinin bir bir ucudur.

 

 

yer yer kimi ozanları çağrıştıran dizeleri de yok değil turfan’ın.

 

 

dön de bir yol  beri bak ey uçurum güzeli

 

(s.12)

 

 

 

 

külebi,bu dizelerde dipdiri  gülüyor. “dön beri bak” sözcükleri onun ünlü bir şiirinde hayat bulmuştu.

 

 

bu sözler,  bir türküde de var.

türkülerden yararlanmak, o türkünün sözlerini aynı bağlam içinde almak

olmamalıdır.

 

nasıl geçerdi yaralı şairler sırat köprüsünden

 

(s.16)

 

dizelerinde de  turgut uyar’a nazire yapılıyormuş izlenimi ediniyorsunuz.

bunlara özen göstermek gerektiğini düşünüyorum.

hele turan gibi “kendine özgülüğü” açıkça ortada bulunan biri için…

 

şiirlerinde  büyük kent yorgunluğu da dikkat çeken yanlardan biridir.

 

karanfil fısıltısına sığınmış modern kadınlar

 

(s.73)

 

kapında biçareyim ey yorgun şehir

 

(s.45)

 

büyük kent yorgunluğunun yansımalarıdır bu haykırmalar. kadını da erkeği de  o büyük karmaşanın gizini bir türlü çözememişlerdir.

biçaredirler…

orada yaşamak ve  ne olduğunun çok iyi ayrımında olamamak…

ne ki bir türlü büyük kentten de  uzaklaşamamak…

 

bu çelişkileri hep yaşamak ve elle tutmak…

zor!..

zor ki zor!..

 

özer turan’ın şiirlerini seveceksiniz.



[1] özer turan, talan,kanguru y.ankara,2011.

ozanın, bir demet karanfil izi,kırk şiir on şair,senden kalan söz yangını  adlı şiir yapıtları da var.

 

[2] jale necdet erzen, çoğul estetik, s.105, metis y.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>