MUHSİN ŞENER
muhsisener@gmail.com
Bir ara TV ‘de sık sık gösterilen bir reklam vardı. Bir Karadeniz’li, kırın düzüne bir ev yapmaya çalışıyor. O sırada yanına bir kadın sokulup soruyor:
“Temelum ne yabaysun?”
Temel hemen:
“Ev yapayrum, biturunce bulut inşaata vereceğum.
Kentleşiyruk da!” diye yanıtlıyor.
Bu görüntü gerçekten de ilginç!.
Türkiye, son on yıl içinde çok hızlı biçimde yurdun her yanında ot gibi biten apartmanlarla donatılıyor ve bu görünüme” kentleşme” adı veriliyor. Sektörün ardında çok yüksek gelirler var. Ve bu gelirler işsizlerin de bir yandan iş kapısını oluşturuyor… Ne kadar oluşturuyor? Nasıl oluşturuyor o, konumuz dışında şimdilik.
Bina yapmakla kentleşildiğini ilk kez duyuyoruzé! Dünyanın hiçbir yanında bina sayısını çoğaltarak kentleşilmiyor / kentleşilemiyor…
Kentlilik, bir anlayış ve bir kavrayıştır, bir yaşayış biçimidir aslında. Neyi anlayacak ve kavrayacak da kentleşecek insan?
Önce kentin, köy olmadığını, oranın bir kültür düzeyi, bir asgari bilgiyi gerektirdiğini bilmelidir insan. Bu bilgi, kente özgü bilgi, kentin isteklerini karşılayacak bilgi olmalıdır. Bu bilgi, bir yandan da insanın o kentte rahatça yaşamasına/yaşayabilmesine de yardımcı olacaktır/ olmalıdır. Oturulan apartmanda, altta ve üste olanlarla duvarınızın bitişiğinde oturanları ne konuşurken ve çocuklarınıza ya da olur ya, eşinize kızdığınızda çıkardığınız seslerle rahatsız etmemelisiniz. Ben evimde istediğim gibi davranırım diyemezsiniz.
Kentli olmak bunu gerektirir.
Bu tutumunuzun altında insana karşı duyulan sevgi ve saygı vardır. Bu ise bir uygarlık düzeyini deyimler. O düzeye gelmeyi gerektirir.
Öte yandan, kapınızın açılıp kapanması, çöplerinizi apartmanın kapıcısına teslim etme biçiminiz, mutfakta pişen yemeğin kokusunun apartman içine yayılmaması gibi önemli ayrıntılarda özenle birleşmeniz gerekir.
Belli bir gelir düzeyi sağlamakta zorluklarınız varsa, kentli olmak çok zordur. Elektrik, su, doğal gaz, temizlik, kalorifer ve asansör giderleri öyle hemen kulak ardı edilecek gibi değildir.
Çocuklarınızın gideceği okullarda giyim-kuşamları, sizin iş yerinizdeki giyim kuşamınız ve özellikle temizliğiniz kentte çok önemle üzerinde durulması gereken ayrıntılardandır.
***
Türkiye’de son yıllarda daha hızlı olarak, köylerden kentlere göç hala önemli bir konu olarak karşımızdadır. Vatandaş köyde geçimini sağlayamayınca başka hiçbir şeyi göz önüne almadan kente göç edebiliyor. Kentte geçimin kolay olacağını düşünüyor. Kentte yaşamanın getireceği, onun için bir ayrıntı olarak görünen öteki konuların hiç önemi ve değeri yoktur.
Hele bir de devletin arazileri üzerinde bir yer kapmak olanağını da ele geçirirse deme gitsin!
Oraya bir gecekondu yapıp hemen içine giriyor.
Artık erkekler ve kadınlar ve çocuklar para peşine düşmek zorundadırlar. Bu zorunluluk, insanların başka şeyleri düşünmelerini önlüyor.
Kültür, bilgi, aydınlık, uygarlık falan vız geliyor!
Siyasa, bu köyden kente olan hızlı ve çok çok göçü, kentlerde birikmiş oy kaynağı olarak görüyor.
Ne yazık ki böyle görüyor!
Onların gecekondularının yanı başından geçireceği bir asfaltın, çalışan belediye otobüsünün ve giderek de dolmuş seferlerinin kurulması, bu insanlar için bulunmaz nimet oluyor.
Ardından siyasa, bu insanların oylarını kolayca alabilmek için onlara yiyecek, giyecek vermekle ve dağıtmakla kalmıyor; kadınlara ve çocuklara her ay para yardımı da yapmaya başlayınca iş değişiyor…
Artık bu insanlar o siyasanın sanki tutsağı gibi ellerini ve avuçlarını verilenlere açmaktan başka hiçbir şey düşünmüyorlar…
Düşünemiyorlar…
Bir başka zaman siyasa, onların yasalara aykırı olarak kaptıkları ve kapattıkları gecekondu arsalarını ellerinden alıp onlara iki oda bir salon gibi kutucuk evler vermeye başlıyor…
Ve kentleşme denilen şey, bu apartmanların yapılmasıyla ortaya dipdiri çıkıveriyor…
Artık bu insanlar çalışmadan ve üretmeden olanaklar elde ettikleri için buz gibi kentli vatandaş olup çıkıyorlar.
Çalışmak ve kendilerini yetiştirmek gibi bir çabaları olmuyor. Çünkü geçinip gidiyorlar. Devlet organları onlara her an ellerini uzatıyor.
Ve, ve.ve…
Onların, çalışmaya gereksinimleri de kalmıyor…
Caddelerde ve sokak başlarında kendilerine kredi kartı vermeye hazır banka yetkililerini de görmelerinden sonra iş tamamen değişiyor.
O kartlarla bir ay içinde para vermeden alışveriş yapma olanağına da sahip oluyorlar. Harcadıkları bu paraların kime ait paralar olduğundan haberleri bile olmuyor.
Zaten, böyle bir gereksinimi de duymuyorlar.
Oysa bu paralar devlet yetkililerinin, gazete köşe yazarların kimilerinin “artık Türkiye’ye dışardan gelen paranın miktarı arttıkça artıyor!” gibi açıklamalar da olunca, kredi kartlarıyla harcamalar yapmanın keyfi ve zevki arttıkça artıyor(!)
Dönmekte olan dolabın, başkasının sırtından harcama ve başkasının parasıyla caka satma olduğunu nasıl anlatmalı?
Akan musluğun suyu kesilecektir. Bunu o kovasını doldurana nasıl anlatacaksınız?
Dönen dolabın yatırımsız ve üretimsiz bir ekonomi demek olduğunu nasıl anlatacaksınız?
Anlatacak olduklarınız bunu anlama düzeyinde değiller zaten!
Okumak ve aydınlanmak onların işi hiç olmadı ve olmayacak da…
Karınları doyuyor ve güvendeler…
Daha ne istiyorsunuz onlardan?
Bir ekonominin böyle yürümeyeceğini insanların bilmesi gerekmiyor mu? Bunu anlatan, açıklayanların sözlerini dinlemeleri gerekmiyor mu?
Ne ki onlar bunu hiç önemsemiyorlar. Para dışardan geliyor ve dağıtılıyor; bu çark dönmeye devam ederek gelen para artıkça artıyor…
Çekildiği gün ortada bir şey kalmayacak…
Aklımızı ne zaman başımıza alacağız Allah aşkına ?!