Muhsin Şener Rotating Header Image

“yanlış sevilen ülke” odağında abdullah şevki şiiri

abdullah şevki’nin son şiir yapıtı “yanlış sevilen ülke” odağında onun şiirini değerlendirmeyi deneyeceğim.

 

abdullah şevki son yapıtına şiire ilişkin manifestosunu da koymuş.[1] orada:

 

“şiir  gerçek demokrasi, çoğullaşma ve sivil toplumun yanında olmalı.bu bağlamda sivil bir şiir yazılmalıdır. şiirin şimdiki politik işlevi, bu topraklarda,renklililk ve çoğulluğun yeniden ve çağdaş bir biçimde  kökleşmesini kendi boyutları[2] içinde desteklemektir.bu doğrultuda  yazınsal estetiğe uygun tavrı da olabilmelidir şiirin…..şiir, küresel dünyada milliyetçi/ulusçu bir kanavada kalmayı  kendine layık göremez.başkalkdırandır,ilericidir evrenseldir şiir çünkü…..şiir bir toplumda, özgürlüklerimizi ve özgürce gelişmemizi sınırlayan totaliter  militarist  değerlerin yıkılıp yerine  sivil ve gerçek kurumsal demokrasinin  yeni değerlerinin kurulmasına katkı sağlamalıdır.” diyor.

 

 

a.şevki bir sorunsalı, felsefi ve siyasal yaklaşımları olan, yer yer şiirlerinde derinleşen  felsefi görüşlerini belirtmekten adeta keyif alan bir ozandır.

 

uzun süreden beri

suskunluk

en ilkei dil

bu toplumda

 

(uzak ıssızlıklarda,s.33)

 

derken  toplumumuzun son yıllardaki  durumuna  işaret ediyor. daha özgür olamanın,  daha çok gelişmş bulunmanın ve daha  mutlu ve sağlıklı bir toplum olmanın yolunun direnmekten geçtiğini söyleyen ozan bu dizeleriyle o gerçekliğin altını kalınca çiziyor.

 

a.şevki, şiirini yaşarken kuruyor.o yaşam kimi kez toplumsala ilikleniyor; sorumlulukları anımsatmıyor, dayatıyor! kimi kez  de salt kişisellik içinde, dibine dek ayrımına varılmış haksızlıkların ve kötülüklerin sancısıyla kıvranıyor. bu sancı ve  acıların  ezemediği dipdirilikte buluyoruz onu hep.

 

anıtlarınız betimleyebilir mi

auschwitz’de

tel örgüler,köpekler arasında

ölüme giden  yüzlerimizi

 

(unulmuş ölülerin yüzleri,s.92)

 

illegal gülüşlü

bir sevgilim olabilirdi

 

(esinti,s.79)

   

 

canım nasıl sıkılıyor

terk edilmiş lunapark sesleri

 

 

tüm aşk saatlerinin durduğunu düşün

ölü kuşlar ikinci kez özgür

amerikalaştırılıyor her yer

iç çekiyor gül yaprakları

gece iniyor usulca

 

(gece iniyor usulca,s.80)

 

 

 

 

 

 

 

dumanlı bombalı şiirler

örtük faşist topluma yakışan

yaşasın “yazılan şiir”

             öhhö öhhö

suya sabuna dokunmayan

(öksürüklü şiir, s.37)

 

 

a.şevki’nin ana niteliklerini, kişisel poetikasındaki poetikasındaki ilşkilere ne denli uyum içinde olduğunu gösteren  örneklerdir bunlar.

 

 

a.şevki’nin şiiri

 

onun şiirini, kurarken, söylerken, yazarken ve okurken başlıkları  altında ele almanın bu şiiri tanımada  kolaylıklar getireceğini sanıyorum.

şiiri kurarken, kendi poetikasına  uygun anlamsal yapılara yöneliyor.

şirinin dize dize güzel olması ona yetiyor.

şiiri söylerken, yeni şeyleri, yeni bir dil ile ve yepyeni bir şiir olarak söylemeyi yeğliyor.

şiiri yazarken de  metnin, yazılmış bir şiir olmasına çok özen gösteriyor.

yazınsallığın, şiir boyutundfaki gereklerini yerine getirmeye ayrı bir ağırlık veriyor.

onun şiirini okurken vurgulu,yeni ve  etkileyici bir şiir metnin tadını alıyoruz.

 

a.şevki şiirini nasıl kuruyor ?

 

şiirleştireceklerini somut olaylardan, durumlardan seçiyor ya da  şiir kurarken kullanacağı ham maddeyi mutlaka somutlaştırıyor. somutluk, şiir poetikasının gereğidir.

şiire diyalektikler yaklaşıyor.bu yöntem onu, hep somutlukta tutuyor.

 

 

marksizmi anlamayan nesle aşina değiliz.

………..

gövdeme kalp çiz,üstüne adını yaz

………..

külodunun ağı,oradaki kokusu,keely hazell’in

…………

…………

çıplak kadın fotoğraflı takvim var odamda asılı

 

(bu şu bu şu,s.23)

 

 

diyalektik,onu yönlendiren, ona eşlik eden, dünyayı kavrarken hep ona yol gösteren bir  güç. marksizmin ayrılmayanı da bir yandan. o nedenledir ki  “marksizmi anlamayan nesle aşina değiliz” der. dünyayı ve şeyleri o yolla kavramak ve alımlamak gerekiyor.

sevgiye öyle yaklaşılıyor. ağacın gövdesine çizilen bir kalp  ile göğüse çizilen bir kalbin çizgileri aynı  mı? çizdikçe açılan ve açıldıkça da kanayan bu alev alev acı ve sancıya, ardı ardına  benzin döken bir  sevgidir onun dizelerine sinen.

somutluk bir yana bir yontudur karşımızdaki…”ne duruyorsun ey musa, canlansana!” diye haykıran michelangelo gibi…

onun  bilinçten önce ete, deriye  dokunması,  onu acıtarak değiştirmesi ve yepyeni bir sevgi dünyası kurması gerekiyor.  bu dünyayı anlamayanların marksizmi kavraması ve neliğini anlaması olası mıdır ?

 

kilot ağı, kokusu ve hazell’de kişileşmesi, kadın fotoğrafları ve onların çıplaklıkları ve de odada asılı olmaları,  insanı ta içinden ürpertmenin yanında ete değen yani acısı sancısı, rahatlaatıcılığı ve keyfi ancak  böyle bir ürpermeyi sağlabilecektir.

 

 

 

 

deleuzze ve guattari, sanat yapıtını bir etkiler ve algılar blok’u olarak tanımlarlar.[3]

gövdeye kalp çizilmesi,üstüne adın  yazılması; bir ağaç gövdesine kalp çizilmesi ve sevgililerin  adlarının oraya yazılması,duvara asılı çıplak kadın fotoğrafları  ile kurulan ilişki, ilişkisel estetiği kurar.bu durum, yeni bir durumdur. bu yeni oluşumun sözcüklere dökülerek bir sessel ve anlamsal  form ile yansıtması, çıplak resimlerle özne arasında  oluşan insansal özün  oraya konmasıdır.

yansıma ise, dile egemen olmak,yaslanılan felsefe tabanı gibi öğeleri gösteren  bir yapıdır.

 

bu algılama ve alımlama biçiminin dayandığı ilişkisel taban ozanı  etkisine almıştır

 

ilişkisel estetik ise marksist görüşten yürümektedir

 

ben bu yapılanmadan doğan şiire doğru şiir diyorum, ta baştan beri… “şiirin doğrusu yanlışı olur mu?” diyenlerin kulaklarını,  a.şevki kocaman çanlara  varyozla vurarak  çınlatıyor, sağ olsun!..

 

 

çiçekler yandı birer birer

göklere eriştiler dumanlarla

alçak gönüllü madımak

nefret etti isminden

isyan oldum sivas’a

 

(isyan oldum sivas’a,s. 95)

 

 

 

“türküm doğruyum,çalışkanım” ama

krize sökmüyor

 

(işime son verildi, s.94)

 

 

çiçekler, yanma,dumanlar, alçak gönüllü madımak”  sözcüklerinin dayandığı  anlamsal  yapılar, somut yapılardır. isyan kavramı bir somutluğa bağlanmıştır. ne ki sivas’a isyan olmak” biçiminde bir anlamsal yapılanmada  “isyan” kavramının somutluğu bu yapıyı da somutlaştırıyor.

 

“krize sökmemek” elle tutulacak denli diri ve maddeye değgindir.

 

 

yüreğimizi dinleyelim şimdi,uyumunu evrenin

uğultusu diner her nehrin denize kavuştuğunda,

kirazları seyret,dokunma, salt seyret lütfen

eşyaya saygılıyım,çay  fincanımı saygıyla öptüm

benimle yaşadığı için.her sabah saygılıyım

çaydanlığa,tabağıma,çatalım ve çiçeklerime

yaşam bilgiszliği, deneyimsizlikler, muşamba

bej rengi bir çalıyı düşünüyorum gece gündüz

her sorunu çözümlemeyen bilmek,donuk yağmur,

varoluşundan ötürü ayrıca  ağlayamaz….

 

(sevgiyle seyretmek evreni,s.16)

 

 

bu dokuz dize arasında bir anlamsal ilişki yoktur.hemen her dizede ayrı şeylerden söz edilmektedir. ne var ki onlar arasında kurulmuş, altta bir taban vardır o da  sözü edilenlerin herbirinin somut varlıklar ve durumlarla ilişkili olmasıdır.bu temel üzerine kurulan  yapının  duvarlarının, kimi taşlarla, kimi tuğlalarla, kimi kerpiçlerle, kimi de  briketlerle örülerek  oluştuğunu  kolayca söyleyebiliriz..

 

şiiri kurarken  algıyı,  bu dizelerde görüldüğü gibi aralarında anlamsal bir bağıntı olmamakla birlikte temelde algılamanın üstüne kurulduğu bir  maddeci  yaklaşıma yaslanması gerçeğinin altını çizmeliyiz.

 

 

 

 

 

a.şevki şiirini böyle bir  algılama ile kuruyor.

 

 

insanların anlayışları, düşünceleri, karşılıklı anlamsal ilişkileri,onların maddi davranışlarının dolaysız ürünü olarak ortaya çıkıyor. [4]

 

varlıkbilimsel bir durumun, bir estetik yapıının , yapıbilimsel olarak ele alınması bir bilimsel poetikadır . sanatın tabanında diyalektiğin bulunması gerektiği  gerçeğinin dayandığı esas o esasdır [5]

 

yukarıdaki dizelerde sıra ile :

evrenin uyumunu görmek, ırmağın uğultusu, kirazlar onları seğretmek,   çay fincanını öpmek  , çaydanlık,     tabaklar  çatal, ve çiçekler, muşamba , yaşam bilgisi/ bilgisizliği, çalı, bej renk, gece- gündüz, donuk yağmur, ağlamak……kavramları, varlıkbilimsel yapıları ortaya getiriyorlar.

bu ontolojik  yapıları dizelerde şiir olarak görmek ve çözümlemek ise yapıbilimsel bir poetik çalişma demektir.

 

çalışmanın formu, dizeler arasında anlamsal ilişki kurulmamış olmasıdır ki oda, yapıbilimsel bir çalışmanın  parçasıdır.

 

 

salt dizeler arasında anlamsal bir ilişkinin kurulmaması ve buna önem verilmiyor olması, anlamın görselleştirilmesini de kolaylaştırıyor.  her dizedekilerin resmi yapılabiliyor.

görsellik şiirin kurulmasında hep önde tutulmuştur.

 

a.şevki kıa şiir yazmıyor. yazamıyor mu demeliyim yoksa?

ne ki kısa, dopdolu şiirleri de yok değil.

uzun  şiirler yazıyor. galiba çok şey söylemek istemesinden ya da söyleyecek çok sözü olduğundan… uzun şiir yazmanın bir sakıncası olacağını sanmıyorum. uzunluğun  boşluğu ve yinelemelerle dolu olmasıdır sakat olan. şiirde  dizeler arasında anlamsal ilişkiye o denli önem vermemesi ona uzunluk konusunda yardımcı oluyor.

öyle anlaşılıyor.

ne ki bu onun,  şiiri kurarken  önemsediği bir özellik olarak karşımızdadır.

 

 

şiirini nasıl söylüyor?

 

 

ilk görünen, doğaçlama söylediğidir.

ne gördüyse ve neye deydiyse,neyin tadı damağını şenlemdirdiyse ve ne duyduysa onu içinden geldiği gibi  söylemeyi yeğliyor. bu söyleyiş onun doğaçlamaya  yaslandığını gösterir.

ancak, böyle söyleyişin  açmazları vardır. şiirliği yitirebilirsiniz. ya da şiirlik o doğaçlama içinde hiç önemsenmeden metin oluşabilir…

 

 

 

 

 

aşk uzakta

kendini tırmanıyor yaşam

pencereleri sarsıyor rüzgar

torbalarımı taşıyabilsem

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

çıkabilsem merdivenleri rahatlıkla

saygısızlığa ne kadar ihtiyacım var

 

(saygısızlığa ne kadar ihtiyacım var, s.58)

 

 

yukarıda, yaşarken karşılaşılanlar ard arda sıralanıyor. öyle yaşanmıştır yani…görsellik de öne çıkmış…bu şiir formu şiiri kovmamıştır/kovamamıştır.ne ki sığlığa düşülmesine de izin verilmemiştir. galiba bu bir önceliktir.

ve yapılması zor olandır.

başarının zor yakalanacağı bir alandır.

ve önemlidir.

 

öte yandan bu şiir, yeni şeyler söylemektedir. belki de doğaçlama yeni şeyler söylemeye daha çok olanak açmaktadır. “kendini tırmanmak”,”torbaları taşımak”, “merdivenleri rahatlıkla çıkabilmek”, “saygısızlık etmek” e duyulan özlem…

bu doğaçlama sözler altında yatan  öfke duygusunu bir yontu gibi koyuyor ortaya.

doğaçlama ile şiirin böyle kurulabileceğini de bir güzel göstermiyor mu?

 

yeni bir söyleyiş yapılandırılmıştır.

anlamın, şiirden giderek kovulması; onun yerine görselliğin  betim olarak kalmayıp  bir şiirsel koku ve tad kazanması… yeniliklerdendir.

 

 

 

onca emek verdiğim uçurum rengi aşk nasıl bitti

izmir’den denize dökülüyorum akşamları

……..

……..

yüzyıl yaşasan da şair olamazsın

bir kadın sevmemişsen

……

hayat saçma sapan bir şey

şiirde felsefe yapmak gibi

 

(aramızda kalsın lütfen, s.14)

 

 

şair olmanın koşulu ile şiirde felsefe yapmanın  hayatın saçma sapanlığı ile koşutluğu  hem derin hem de etkili ve yeni şeylerdir. a.şevki’nin yukarıda  açıklanan şiirsel özellikleri  üstüne bu yeni niteliği  de ekleyelim.

felsefeyi şirden öğrenmek ya da ona yandaş toplamak olanaksız bu araçla onu kavratamazsınız ki…saçma sapanlığın nedeni budur.

yaşam da öğretilemiyor/öğrenilemiyor. öğrenilse bile öğrenildiği gibi yaşanamıyor. bir kadın sevmenin aşkı nasıl renklendirdiğini ve ona apayrı bir tad kazandırdığını; aşkın ancak  böylece  aşk olabildiğini; şairliğin aşktaki bu derinliği ancak bu yolla kazanabileceği…gibi yeni şeyler söylüyor.

 

/istanbul’u sevmeyi hak etmeliyiz önce/ dizesindeki  düşünce de  böyle değil mi?

 

 

/yünlerin dikenlerden ayrılışı /

 

/dinleyemediğimiz mor süryani şarkıları/

 

/yoksulluğa boyun eğişimiz sorgusuz sualsiz/

 

/neden yaptıklarını bilmiyorlardı,aşktı/

 

/son hızla yan yana geçiyordu iki tren/

 

/aynı şeylerdeki sessiz şıkırtı/

 

(aynı şeylerdeki sessiz şıkırtı,s.17-18)

 

 

 

 

 

dizelerinde söylenenler  yeni yepyeni değil mi?

bu durum a.şevki şiirinin özelliklerinden biridir.

 

 

alevden kraliçeler caddelerde

şiir eskisi yıpranmış hüzünler

donuk papağanların soluk uçuşu

suya düşmüş gümüş karanlıkta

gül açışı geçişinde bahçeler

 

(gül fısıltıları,s.26)

 

ince bir zaman tüm yaptıklarımızı örttüğünde

demir uykuda neyi bilebiliriz

 

……….

gömülmeyen zaman  nasıl unutulabilir

o kadar sarmaş dolaş ki-tık ki, tık ki

 

 

……………

soğuk kadar aldatıcı gerçeklik aynalara yansıyan

 

yansıyan mı gerçeklik gerçeklik mi yansıyan

 

(heyecansız istanbul namütenahi,s.27)

 

 

bu alıntılarda  a.şevki şirinin bir başka özelliğini  görmekteyiz.

o yeni bir dil koyuyor .şiirini bu dil ile söylüyor. şiirimizde,özellikle yenilik şiirimizde bu dizelerle örneklenmeye çalışılan bir dil çok zor ve az bulunuyor. böyle bir dil ile zor karşılaşılabiliyor.

yapıtı okurken  sayfa kenarlarına not düşmüşüm: yepyeni söyleyişler…gerçekliğin ve aldatıcılığın soğukla karşılaştırılarak bir dize oluşturulduğuna tanık oldunuz mu hiç? bu dizenin yanına “nerden buldun bunu a.şevki? diye yazmışım…

 

evet, böyle insanı şaşırtan dizeleri var onun.

 

 

/caddelerdeki  alevden kraliçeler/

 

/şiir eskisi hüzünler/

 

/karanlıkta suya düşen gümüş/

 

/gül açışı geçiş/

 

/ince zaman örtüsü/

 

/demir uyku/

 

/o kadar sarmaş dolaş ki- tık ki,tık ki/

 

/soğuk kadar  aldatıcı gerçeklik/

 

deyişleri çok yeni bir dilin ve söyleyişin en güzel örnekleridir.

a.şevki’nin şiirinde bu yenilik temel bir özellik olarak ortaya çıkıyor.

 

fısk adını verdiği bir şiiri var yapıtta(s.19). bu şiir bir düzyazı şiir. söylenmiş bir şiir, yazılmış bir şiir değil.

a.şevki,şiiri söylerken söylemlerinin etkisi altında kaldığı apaçık.oradan da çıkamıyor. çıkamamış olması verimli olmuştur. çünkü çok yeni ve değişik bir söyleyişi  tüm dizelerde yakalamıştır.

 

 

salt bir iki dize alayım:

 

 

 

 

 

 

buruşarak çekilesi ruhun,özgürleştiğinde açılması çiçekçe

……….yüceltilişi nesnel gerçekliğin

bilinçsiz,  tarifsiz yoklukta  yitip gideceğini sanmanın sıradanlığı

 

 

bu dizeler de  derinlikli düşünceler .

yeni şeylert ve yeni bir dile getirilmiştir.

 

 

özgür olmamanın somut gerçekliği, soyutluk düzleminde  ruhu “buruşturuyor”. buruşmuş bir ruh “o ruh…” değildir.

nesnel gerçekliğin yüceltilişi[6] nesnellik/nesnel gerçeklik/nesnel gerçekliğin yüceltilişi şiire  biraz ağır gelen  ve belki de  şiiri yok  edebilecek  marksist görüşlerdir.

ne ki ne olduğu,nasıl olduğu bilinmeyen, tanımlanmamış olanın nesnel gerçeklikle  ilişkisi üzerinde  biraz  düşünmenin  ve çalışmanın; akıl yürütmenin gerekliliği açıktır.

 

 

şirini nasıl yazıyor?

 

 

buraya değin a.şevki’nin şiirinin altını kalınca çizdiğimiz getirdiği yeniliklerin  yine ona uygıun  bir biçim içinde yazılması gerekiyordu. şiir belirgin biçim özellikleriyle yazılmıştır.

en çok dikkati çeken seslerden yararlanması olmuştur ortadoks kuşlar’da(s.28),(k,ş,ç,a,u,) sesslerinin  bir senfoni oluşturmasına özen gösterldiği görülüyor. aynı şiirde(gökte,imge,böyle,ülke) sözcükleri şiirin son bölümünde gerçekten yeni ve hoş bir ses armonisi geliştirmişlerdir.

 

ney/ve/la/eşya/ney/hayat/ney/kudüm/düm/tekka/düm/tek/….yüreğinde ney/ ve/ la/ szöcükleriyle örülmüş bir şirsel senfoni oluşturulmuştur. anlam da hiç gözardı edilmiyor.hem ses hem de anlam bir arada!..başarılı bir şiir işçiliğidir bu…

parkta(s.87) ve (s.86) daki şiirler de seslerle cıvıl cıvıl. çalışlmış şirler.

 

aq.şevki birkaç yerde “ “ ve salt (,) dışında hiç noktalama işareti kulanmıyor. küçük harflerle yazıyor. çok önemsediği göstergelerin baş harflerini büyük yazıyor. galiba benim seçimim gibi…

 

anlamsıza hiç yanaşmıyor. anlamı gözardı etmiyro demeliyiz. ne var ki zaman zaman şiirlernde  bilmece gibi dizelerle karşılaşıyorsunuz. bu durum onun şiiri yazdığının, ona çalıştığının tanığıdır.

 

 

 

 mukavva ve gramer-hatta mezopotamya

….

mukavva birikili zil ve gramer

 

(s.17)

 

 

gizemi şiire akan ölüm

aşk da var tomurcuklar sevgilim

cumartesi akşamları

 

…….

büyüyor yasadışılık içimde

cumartesi akşamları

 

( s. 69)

 

 

 

 

 

mezopotamya-gramer-mukavva arasındaki sessel ve anlamsal ilişkiyi bulmak hemen hemen olnanaksız gibi duruyor.

mukavva- zil-gramer arasındaki iliki de öyle. bu durum a.şevki’nin  şiir söyleme durağında kaldığı anların altını çiziyor galiba.

 

ayrıca şirde böyle düzenlemelerin bulunması  okunmaya olumsuz bir etkisi olmamak  koşuluyla iyidir. çünkü şiirin ufuk açıcılığına yardımcı olur.

 

öte yandan onun şiiri yazılmış ve çalışılmış bir şiirdir.

 

 

ölümün izemi şiire nasıl akar?

 

aşk ile tomurcuk nasıl aynı kefede tartılabilir?

 

cumartesilerle bunlar arasında nasıl ilişki kurulabiliyor?

 

bu sorıuların yanıtları hep şiirin yazılması sırasında verilebilir.  yoksa bu konularda ayak üstü birşeyler söyleyivermek  olası değildir.

 

hele, cumartesi akşamları yasadışılığa yönelme isteği öyle kolay bulunacak bir derinlik olamaz. o yasdışılığın içeriğinde cumartesi akşamlarının rahatlığı ile neler düşünülebilir kimbilir?

bu, şiirin  yazılması  sırasında ele alınıp çözülecek bir sorundur.

 

 

a.şevki’nin şirini nasıl okumalı?

 

onun şiiri dize dize güzeldir, vurucudur, etkilidir. bu, metin halinde şiirinin güzel olmadığı anlamına gelmiyor. salt onun şiirinin algılamadan başlayıp alımlama aşamasına değin geçirdiği evreleri çok iyi anlamanın, kavramanın önemi burada devreye giriyor. böyle bir kavrayış gerçekleştirlemezse şiir dize dize güzel bir şiir olarak alımlanabilir okuyucu tarafından.

şiir için önemlidir bu. şiirlik yitmemiş demektir.

şiir tüm gücüyle,yoğunluğu ile elimizin altıdadır ve dize dize bilincimize akmaya hazırdır.

 

öte yandan bu durumu a.şevki’nin şiirinin ömrünü de uzatacak bir özellik olarak görüyorum.

 

 

a.şevki’nin  güzel ve kalıcı olacağını düşündüğüm dizelerinden birkaçını birlikte okuyalım:

 

 

301 kaldırılmalı  horozların kurtuluşu için

(s.25)

 

soğuk kadara aldatıcı gerçeklik aynalara yansıyan

(s. 27)

 

önemsizliğim hep memnun etti beni

(s.54)

 

illegal gülüşlü

bir sevgilim olabilirdi

(s. 79)

 

yorgun bir şarkıyım azalıyorum

………..

yüreğimdeki sonsuz çöl yanlızlığıyla

(81)

 

 

a.şevki izlenmelidir.



[1]s.6-7

[2] altını ben çizdim.

[3] n.bourriaurd, ilişkisel estetik,s.30-31, bağlam y.

[4]marx-engels ,alman ideolojisi, s.42,sol y.

[5] u.eco,açık yapıt ,s. 36,kabalcı y.

[6]m.buhr-a.kosing, felsefe sözlüğü, s.183

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>