Muhsin Şener Rotating Header Image

Okurken – I

tonny benn gibi…

 

-gücünüz nedir?

-gücünüzü nerden elde ettiniz?

-bu gücü kimin çıkarlarına kullanıyorsunuz?

-kime hesap veriyorsunuz?

-sizden nasıl kurtulunabilir?

 

tonny benn, kırkiki yıllık partamento yaşamından bu beş soruyu öğrendiğini söylüyor (beyaz manto/ 13).

ilginç bir deneyimdir bu!…

etiği öne çıkaran bir deneyim…

 

tonny benn,kimseyi kayırmıyor.

kimsenin  aleyhine bir şey söylemiyor.

O, salt doğrunun yanındadır.

 

elinizdeki gücün tanımını yapmalısınız, demektir tonny’nin söylediği. bu tanım sizi yönlendirmelidir. o gücü kullanmaya devam mı edeceksiniz yoksa  öyle bir gücü taşımak istemiyor musunuz? tanımla bu ortaya çıkacak.

o gücü öteye ittiğinizde,  gücün kaynağının size pahalıya patlayacağını anlamışsınız demektir. o güçten, en azından, “sizden kurtulmak gerekir azizim!” diye yakınanlar olduğunu; bulunabileceğini  hesaplamaya başlamışsınız demektir. Gücünüzün hesap vermeyi içermesi gerektiğinin  bilincine ulaştığınız anlaşılmaktadır artık.

 

Tonny benn gibi siyasiler  olmalı çevremizde.

Onlar, seçilmek için sıraya girmeli.

‘Oyunu bana ver!…’ diyen onlar olmalı…

 

1980’den sonra…

 

20.yy’ın  son çeyreği ile 21.yy., türkiye için gerçekten çok hızlı ilerleyen bir zaman dilimi oldu. Başdöndürcü bir hızla yaşanıyor zaman…her gün yepyeni bir gündemle karşı karşıyadır insan.

Bu hız ilk ivmesini 1980’lerde aldı. Kültürel ve ekonomik ve kültürel/toplumsal talepler birbirini izleyerek yaşantımızı belirlemeye başladılar. Bu taleplerin yaşantımıza kazandırdığı ivme yükselerek sürüyor. İvmenin çözümlemesinden  ortaya çıkan  yeni toplum, birey/bireyleşme, ekonomik  bilinç ve küreselleşme talepleri flaşlar halinde, ardı ardına patlıyor.

Türkiye,hergün bir yenisi patlayan bu flaşlarla yeni bir düzenin içine girmiş bulunuyor. bu yeni düzenin ne sosyal yapısı ne ekonomik yapısı, seksen yıllık  yaşama biçimimize uygun değil. Aksine,onu  değiştirmeye yönelik  bir yeni yapı…

 

Bu yapılanma ivmesini artırarak sürüyor.

 

İlk altı çizilmesi gereken değişim 3 kasım seçimleriyle görülmüştü. Yeni kurulan  bir parti iktidarı seçim yasalarının tanıdığı olanaklarla birlikte tek başına ele aldı.  son 25 yıl içinde türkiye’de kimi  yapılanmalarda iktidara ortak olan  bir parti dışındakı tüm partiler  adeta silindiler.

Bu tablo türkiye’deki değişimi her yönüyle ortaya koyuyordu.

 

19.yy’ın ilk çeyreği içinde kurulan türkiye, kemalizmin ilkeleri doğrusunda ve genel olarak  devletçi bir çizgiyi  sürdürerek ekonomik ve sosyal gelişimini ve ilişkilerini düzenlemekteydi. Serbest ekonomi düzenini savunanların iktidar oldukları dönemlerde bile  planlama  egemenliğini sürdürmüş; tüm sektörlerin gelişim doğrultuları ile  içerikleri bu kurum tarafından onaylanmıştır. Ne ki  ona karşın Tüm  sapmalar ortaya  çıkabiliyordu.

 

1980’den sonra  serbest ekonomi düzeni,  yeni kimi taleplerin yerine getirilmesini sağlayacak bir yapıyı gerçekleştirmek üzere  yürürlüğe konmuştur. 3 kasımdan sonra iktidara gelen partinin, AB vizyonunu öne alarak  bir dünya devleti  anlayışı içindeki tutum ve davranışları, türkiye’de artık  devletçi hiçbir yapılanmanın yeri olamayacağını göstermekteydi. Kemalizmin ilkelerinin  bu anlayış içinde  düşünülmesi gerektiği  ortaya çıkmış görünüyor.

 

kemalist ideolojinin  ekonomik ve sosyal yapıda oluşturduğu  devletçi yapılanmanın,  özel sektörcü serbest ekonomi düzeniyle sürtüşen, sürtüşecek olan yanları,  yaşamakta olduklarımızla hergün gündemimize gelmeye başlamıştır.

 

yeni yapılanma, öncelikle türkiye aydınına yeni bir konum tanımlıyor. İttihat ve terakki’den bu yana  aydın, devletle organik bağı olan bir öznedir türkiye’de. bu gerçek, artık hem içerik hem de biçim değiştiriyor. aydın, şimdi  hem ulusallığı hem de evrenselliği içermek durumundadır. Ulusallık, onun tutuculuk sınırına değin giden bir alan içinde bulunmasını onaylamıyor. Evrenselliği ise, bir dünya vatandaşı olması anlamına geliyor. Ulusallığı, böyle geniş ve derin bir  çerçeve içinde, kimliğini ve kişiliğini oluşturacak kalın çizgiler olarak varolmak durumundadır. Yoksa, yeryüzü stanadartları küreselleşmeye, özel sektörcü serbest ekonomi düzenine, bireyselliğe karşı olmanın ve onu savunmaya girişmenin hiçbir anlamı olmayacaktır. yeni ekonomik ve sosyal düzen, tıpkı değişim gibi bize karşın işlevini sürdürüyor, sürdürecek…

 

Bu arada türkiye’de uluslaşma,kimlik, dış güvenlik… gibi kimi sorunların sık sık gündeme çıkarılması, bu konular üzerinde düşünülmesini gerektiriyor. Bir tür dayatma da diyebiliriz buna.

Türkiye uluslaşmasını tamamlayamadı hala. Seksen yıldır bireyine hiç olanak tanımadı çünkü. bireyselliğin adını bile anmadı. Bireyi olmayan bir uluslaşma tamam olabilir mi? Otoritenin koruyuculuğu altındaki uluslaşma, küreselleşme ile  tarihe karışıyor. Ulusları daha geniş ve daha kapsamlı ve katılımcılığa dayanan bir egemenlik anlayışı  koruyacak artık. bu egemenlik anlayışında birey, önde olacak ve onun girişim gücü herşeyi belirleyecek.  Uluslaşma süreci içindeki türkiye’nin bu süreci tamamlamamış olmasını ileri sürerek, AB’den uzaklaşılmasına  evet denebilir mi? Bunu  savunmanın  yaslanılacak doğru bir yanı var mı?

 

Bir yandan  kimlik sorunu da  gündeme getiriliyor.

Kimlik, inanç ve kanbağı ilişkileri içinde ele alındığı için,  gidip faşist bir yapılanmada  duruyor. Bir bakıyorsunuz aşırı sağda yer alan parti ve gruplarla, kendilerini solcu, sosyal demokrat diye tanımlayan parti ve gruplar bir araya gelerek  kimlik diye bağırmaktan çekinmiyorlar.

Böyle bir tablonun bilimsel açıklaması olabilir mi?

Bireyleşme olmayan  toplumlarda, otoriter bir  yapılanmayı  ayakta tutmak zorundasınızdır!…

 

Özal’la birlikte,  özellikle serbest  ekonomik düzenini, bir tür fırsatçılık gibi algıladık.

Irak konusundaki tutum, ta baştan beri  bu fırsatçılık anlayışının bir göstergesi gibi…Irak’ın yeniden yapılanması  sırasında ne kuzey ırak’la ilgili taleplerimiz ne de ırak’ın bütünlüğüne ilişkin söylemlerimiz hiç yansıma bulmadı.

Türkiye kuzey ırak’ta kürtlerin devlet kurmalarını istemediği halde orada bir kürt devleti kurulmaktadır.

Irak’ın eyaletler halinde yönetilmesi  anayasal bir yapılanmaya kavuşturulmuştur bile.

Hani, ırak parçalanmayacaktı?…

Bu yapılanma içinde türkmen unsurların hiçbir ağırlığı ve  gücü olmayacaktır.

Hani, bu azınlığın hakları bizim için önemliydi?…

 

Tüm bunlar, hep o  fırsatçılık  diye adlandırılan  tutumdan kaynaklanmıyor mu dersiniz? Fırsatçılığı, bir yöntem olarak kullanmaya olanak vermeyen tarihsel dönemler olabilir. Bu yöntemin kullanıcıları kendilerini çok kurnaz buluyorlarsa eğer, bunun acısını çekerler. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>