3 kasım seçimleri Türkiye’nin 21.yy’da gerçekleştirdiği ilk seçim.
Türkiye’nin, 21. yüzyıla gelirken içinden geçtiği yüzyılların gereklerini yerine getirmemiş olması ve tabii yeni yüzyılın gerekleri büyük sorumluluklar yüklüyor sırtına.
Geleneksel ve tarihsel geçmişinin dayattıkları bir yana…
20. yüzyılın 25 yılını Türkiye sıkıyönetimle geçirmiş.
15 yılında olağanüstü hal uygulamış.
Toplam 40 yıl sıkıyönetim ve olağanüstü hal içinde yaşamış.
Üç kez askeri darbe görmüş.
Anayasasını dört kez kökten değiştirmiş.
29 kez isyanla karşılaşmış; çok sayıda insanını bu isyanlarda yitirmiş. Son olarak 30 bin insanını teröre kurban vermiş.
Ortalama 1.5 yıl sürmüş 78 hükumet görmüş.
( S.Demirel, Daha Güçlü Cumhuriyet İçin, Radikal gazetesi,30.10.2002)
Türkiye, kamu yaşamında erkeklerin önde bulunduğu, etkin olduğu bir ülke.
Kamu sağlığı ve Kamu harcamaları 173 ülke arasında 85.sırada…( Radikal, Avrupa Hareketi. 2002, ).
Yine, 173 ülke içinde Türkiye, ortalama yaşam süresi 69.8 yıl, yetişkinlerde okur-yazarlık oranı 85.1, satın alma gücü 6.974, eğitim kalitesi 0.77, ulusal gelir 0.71 düzeylerinde olan bir ülke (Radikal, 25.7.2002, Türkiye’nin kalitesi düştü)
Bir ucu yığınsal köylülükte, diğer ucu militer zihniyette bir tahterevalli olan Türkiye (M.Altan), böyle yapılanmayı bir türlü aşamadı. Ne bireyi öne çıkarabildi ne de güvenlik sendromundan kurtulabildi. Bireyi öne çıkaramayınca kamusallığın öne çıkması önlenemedi. Ekonomi, kültür, eğitim, siyaset hep bu formatın çeşitlendirilmesi ile yürütüldü ve öyle yürütülmeğe de devam ediliyor. Biraz dışına çıkılınca hemen güvenlikten söz ediliyor.
Herkesler de susuyor!…
Türkiye’de 1950’den 1990’a gelindiğinde, tarımla uğraşanların toprakları 100 dekardan 50 dekara indi ve toprak insanları artık sanki boğaz tokluğuna çalışır oldular!.. Ne yazik ki nüfusun % 44- 45 köyde oturmaya ve toprakla uğraşmaya devam ediyor.
Ve hala köykent pompalanıyor!…
Ulusal raporda AB ülkeleriyle aramızda 4 bin noktada geri kalmışlığımız sayılıyor.
Küreselleşme kimi direnmelere karşın bir yığıtaşı olarak ezip geçiyor!..
“Otorite kalecikleri”miz (Ali Bayramoğlu), küreselleşmeye karşı direnedursunlar, ekonomi ve kent kökenli bir milliyetçi dalga, bu hareketi destekler görünüyor. Küreselleşme ise, tüm hızı ve ağırlığı ile dayatıyor.
Siyaset, iç ve dış dinamikleri, çatıştırmadan işletebilmenin, kimi kez dar kimi kez de oldukça geniş bir alanı olarak duruyor orada… Modernitenin temel göstergelerinden yoksunluğumuzun sonucu olarak ortaya çıkan siyasetsizlik, aslında bürokrasinin bastırması ile de çok ilişkili… İç ve dış dinamikleri kullanarak oluşturulacak siyaset ortamı, bürokrasiyi yardımcı bir öğe olarak yedeğinde tutacakken onun dümen suyuna girmiş bulunuyor.
Bunları, postmodernizmin toplumu yoğun etki altına almış olmasıyla açıklamak mümkün görünmüyor. Postmodernist etkilerin olmadığı varsayıldığında, Türkiye toplumunun bugün ortaya koyduğu tablo gerçekleşmeyecek miydi? Hiç sanmıyorum!…
Seçim sürecinde bu konulardan birinin bile ele alındığına tanık olmadık. Bu konular, seçim sonuçlarıyla birlikte 21. yy’da Türkiye’nin yine gündeminde olacak. Türkiye o nedenle AB’ye girmek zorundadır işte. Dış dinamiğin etkinliği ile ancak demokrasiyi ve modernitenin eksikliklerini giderebileceğini düşünmek zorundadır.
Üst tarafı hikayedir…